| |||||||||||||||||||||||||||
| |||||||||||||||||||||||||||
GALERYSİTEDE ARASON YORUMLANANLARSİTEMİZE ZİYARETLER!
|
Geçmişten Günümüze Cezbe Hali03 Eylül 2014, 09:26 ihsan Kaya Günümüzde cezbe yanlış değerlendirilmekte, Asrı Saadetten örnekler ile cezbe haline bakış bu güzel yazıda. Müridler, Allah Teala’yı zikrederken zaman zaman kendilerinden geçerler. Bunun sebebi ilahi feyizlerin çokça gelmesidir. Varidat da denilen bu ilahi feyizler, müridi tesiri altına alınca onu sarsar. Bu yüzden mürid, bağırır veya anlaşılmaz sözler söylemeye başlar. Bu sözler, müridin yaşadığı manevi güzelliklerin kendi bedeninde, ruhunda, gönlünde ve kalbinde aksetmesidir. Günümüzde bazı sûfilerin cezbeye yakalanmaları, başkaları tarafından anlaşılmayabilir veya “derviş kendisine yazık ediyor” diye görülebilir veyahut “mürid aşırılığa kaçıyor, bu kadar günahla nasıl cezbeye tutuluyor” şeklinde değerlendirilebilir. Hiç şüphesiz sûfi, kamil bir veli ise cezbesi haktır, doğrudur. Zira kamil velilerde bu durum görülmüştür. Ancak onlar, gönüllerinde bunu bir zevk hali olarak kazanç değil, Allah yolunda bir vesile ve rahmani bir hediye olarak görmüşlerdir. “Hiç şüphesiz sizler, öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki, emrolunduğunuzun onda birini bıraksanız imanınız tehlikeye girer. Daha sonra öyle bir zaman gelecek ki insanlar, emrolunduğunun onda birini yerine getirseler imanlarını kurtaracaklardır.” Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) hadiste görüldüğü üzere, hayırlı bir amel işleyeni kurtulmuş olmakla müjdeliyor. Bu Asr-ı saadet’ten bugüne kadar küfür ve şirkten kurtulmuş, İslam ile şereflenmiş insanlar için büyük bir müjde ve şereftir. Özellikle bu zamanda!… Cezbe Ne Demektir? ALTIN SİLSİLE Hülasatü’l Mevahib Bu makale Semerkand Yayınlarından çıkan “Altın Silsile isimli eserden alınmıştır. Kitabı sitesinden satın almak için tıklayın. Sûfiler, dervişler Allah Teala’yı anmak için bir araya gelmişler ve ilahi feyizleri talep etmişler; ardından Allah’ın rahmeti inmiş ve mürid de bundan etkilenmiştir. Bunlar geçmişte olmuştur, gelecekte de yaşanacaktır. İşte büyük hadis imamı ve Nakşibendi yolunun büyük velilerinden Şeyh Nablusi Şerhu’l-Divan adlı eserinde şöyle diyor: “Cezbe, yaşanan bir manevi güzelliktir. Bazı zahir uleması bunu kabul etmese de cezbe haktır. Bazı zahir alimleri, kalbin manevi hazzını yaşamıyorsa bu, yok anlamına gelmez. Çünkü cezbe, kalbin Allah Teala korkusu ve sevgisinden meydana gelen huşunun tesiridir.” Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) de şöyle buyurur: Hiç kuşkusuz, sûfilerin cezbe esnasında bağırmaları da kalpte huşunun olgunlaşması ve bu halin dışa yansımasıdır. Nitekim ağlama, bayılma, bağırma, yere yığılıp kalma, bazı sözler söyleme gibi durumlar sahabe-i kiram arasında da görülmüştür. Bunlar manevi bir coşkudur. İlahi feyizler ve manevi ikramlar karşısında bir nevi sevinçtir. Bu sevinç anlatılmaz, ancak yaşanır. Sahabe-i Kiramın Hayatından Örnekler Hz. Ömer (r.a) Tekvir sûresinde “Ve ize’s-suhufü” ayetini okurken, kendinden geçip yere düşmüş, uzun bir süre ayaklarıyla yere vurmuştur. Bir defasında sevgili Peygamberimiz (s.a.v) sesli olarak Kur’an okuyordu. “Hiç şüphesiz bizim nezdimizde (onlar için hazırlanmış) boyunduruklar, yakıcı bir ateş, boğazdan geçmez bir yiyecek ve elem verici bir azap vardır” mealindeki ayete gelince, Peygamber Efendimizi (s.a.v) dinleyen Hamran b. A’yen-i Kûfi (r.a) yere düşüp vefat etti. Yine bir defasında Selman-ı Farisi (r.a), Peygamber Efendimiz (s.a.v), “Muhakkak cehennem, onların hepsine vaad olunan yerdir” mealindeki ayeti okuyunca bağırmaya başlamış, ellerini başına koyarak dışarı fırlamış ve üç gün kendine gelememiştir. Sahabe-i kiram Allah Teala’nın bir ayetini okuyunca veya işitince kendilerinden geçiyor, düşüp bayılıyor; biz ise böyle bir şey olur mu, olmaz mı, bunu aklımız ile anlamaya çalışıyoruz. Yaptığımız bir amelin riyadan korunmuş olabileceğine tam emin olamıyoruz. Hiç kuşkusuz bunun temel sebebi, kalbin günahlarla katılaşmasıdır. İman ve ihlasla rabbine teslim olmuş bir gönlün, Allah sevgisiyle dolu olduğu belli olur. İşte cezbe böylesi bir kalbin özelliğidir. Seyyid Muhib-i Şami (k.s) Hulasa adlı eserinde anlattığına göre; devrin mürşid-i kamili Sünbül Sinan Rumi (k.s) hazretleri ile devrin zahir alimlerinden Şeyhülislam Ebussuud Efendi hazretleri aynı dönemin şahsiyetleriydi. Şeyh Sünbül Sinan Rûmi hazretlerinin dergahında “sema” ile zikir yapılırdı. -”Toplanmanız hayır olsun” diye onlara iltifat etti ve ekledi: Bunun üzerine onların arasında yer alan ve devrin İstanbul kadısı olan Mevlevi Sarıgöz Efendi, -”İşittiğimize göre dervişleriniz, devran ederek sema yapar ve Allah’ı zikrederlermiş; bu konuda deliliniz nedir?” diye sordu ve ilave etti: Bu söz üzerine zahir uleması, cezbe halinde olan dervişlerin Allah’ı zikrettikleri sırada kendilerine sahip olamadıklarını zannettiler ve şöyle dediler: -”Humma’ya mı (ateşli bir hastalık) yakalandın?” diye sordu. Şeyh Sünbül Sinan Rumi (k.s) bu kez, İstanbul Kadısı Sarıgöz Efendi sustu.
İşte cezbe gibi özel durumlar velilere has manevi güzelliktir. Akıl ötesidir. Kalbin içinde meydana gelen ilahi ve rahmani güzelliklerdir. Çünkü onlar, sevgili Peygamberimiz’e (s.a.v) tabi olmakta son derece ulvi mertebelere ulaşmış Allah dostlarıdır. Allah, dostları üzerine rahmetinin birer nişanesi olarak ilahi feyizlerini akıtır. Onların ulaştığı mertebeler yücedir. İmanla dolu olan gönüller gerçekten çok uludur. Bu ulvi kalpleri anlamak akılla olmaz. Bu bölümü bazı ayet mealleriyle bitirelim. “(Ey Muhammed!) De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.” Allah Teala bizleri hayırla mükafatlandırsın. Necmeddin b. Muhammed Nakşibendî Bu yazı 15877 defa okunmuştur.
|
DİVAN-I AHMEDDivan-ı Ahmedi Okumak İçin Tıklayınız.. YÜKSEK LİSANS TEZİTASAVVUF KÖŞESİ
BAZI LİNKLER |
|||||||||||||||||||||||||
(c) 2016 www.husamiler.org / Mersin Alt Yapy: MyDesign - Dizayn ve Hosting: Ri-Mer Bili?im |