| ||||||||||||||||||||
| ||||||||||||||||||||
GALERYSİTEDE ARASON YORUMLANANLARSİTEMİZE ZİYARETLER!
|
Vird ve Zikrin Önemi!23 Kasym 2014, 23:09 ihsan Kaya Vird ve Zikrin önemi ayet ve hadisler ışığında değerli bilgiler eşliğinde sunulmuştur.. Hak Teâlâ, Kur'an-ı Kerimde;
“Ey iman edenler! Allah’ı çok zikredin”[1] buyurur.
Zikri emreden birçok âyet ve hadis mevcuttur. Zikrin faydaları, sevabı ve fazileti konusunda bu kadar âyet ve hadisin gelmesi onun mümin için bir hayat sebebi olduğunu gösteriyor. Zikirle kalplerini ihya eden Allah dostları, zikrin nimetlerini ve faydalarını bizzat müşahede ettikleri için onu bütün insanlara şiddetle tavsiye etmişlerdir. Kul kalbi ve dili ile ne kadar zikir çeker ve buna devam ederse o derece ilâhî ikram ve müjdelere ulaşır. Allah dostları iman ve namazdan sonra en fazla zikrin üzerinde durmuşlardır.[2]
Kâinatın Efendisi Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
“Her hangi bir toplum yalnız Allah rızasını niyet ederek bir arada toplanıp Allah’ı zikrederlerse, gökten bir münadi bağışlanmış olduğunuz halde yerinizden kalkın, doğrusu Allah sizin günahlarınızı sevaba çevirmiştir” diye nida eder.[3]
Yine Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem): “Kıyamet günü Allah Teâlâ ‘Şimdi mahşer halkı, kerem sahibi kimlerin olduğunu görürler’ buyurur.
Bunun üzerine kimlerdir bunlar Ya Resulullah denilince, Resul-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem): ‘Mescitteki zikir meclislerinin adamlarıdır’[4] buyurdu.
Bil ki, zikrin fazileti tesbîh, tehlil, tahmîd, tekbîr ve bunların benzerlerine bağlı değildir. Bunun doğrusu, Allah için iş yapan her itaatkâr, Allah Teâlâ hazretlerini zikredicidir. Saîd ibni Cübeyr (r.a) ve diğer âlimler böyle söylemişlerdir. Atâ (Allah rahmet etsin) şöyle demiştir:
"Zikir meclisleri (toplantıları), helâl ve haramdan ibarettir: Nasıl satın alırsın, nasıl satarsın, nasıl namaz kılarsın, nasıl oruç tutarsın, nasıl evlenirsin, nasıl boşanırsın, nasıl hac yaparsın ve bunların benzeri şeylerdir."[5]
Ayrıca zikir, ‘’anmak, hatırlamak, gaflet ve unutma halinde olmamak, namaz kılmak ve dua etmek’’ gibi manalara gelir.
Zikrin asıl manası, gönülden masivayı çıkarıp, Mevla'yı sevmektir. Allah Teâlâ’nın dışındaki her şeye masiva denir. Zikir nefsi ezip, yüce Rabbi yüceltmektir. Zikir fikrin meyvesidir. Fikirde muhabbetin eseridir. Muhabbet ise Allah vergisidir. Sevgisiz insan yoktur. Her insanın bir şeye muhabbeti vardır. Önemli olanda bu muhabbeti Allah'a yöneltmektir. Bu da zikir ile olur.
İmam-ı Gazali (r.ah) şöyle demiştir:
‘’Bir müminin, çarşıyı veya işyerini özlediği kadar, ibadeti ve zikir meclislerini de özlemelidir. Allah’a âşık olan müminlerin eli işte iken kalbi zikirde, aklı ahirette, gözü yeni bir hayır ve hizmettedir. Bir kusur işlerse hemen tevbe etmelidir. Çarşı pazarda tavsiye edilen zikirleri çokça söylemelidir. Gafil kimsenin manen ölü, zikredenin ise diri olduğunu bilmelidir.’’
Menkıbe
Büyük velilerden Necmüddin İsfehanî (k.s.) Hazretleri, ehlullahtan bir zatın vefatında kabri başında murakabe halinde dururken, o esnada imam efendinin ölü zata telkin verdiğini görür ve gayr-i ihtiyari Hz. Şeyh güler.
Her zaman vakur ve ciddi olan Hazretin, hiç mutadı olmayan bu gülüşüne orada bulunanlar hayret ederler. Ve sorarlar:
Böyle bir yerde neden güldünüz?
Hazret, keşf hali olduğu için söylemekten çekinir. Fakat ısrar edilince mecburiyette kalarak, buyurur ki:
Telkini, diri ölüye yapar. Bu mezarda ki zatın kalbi manen diridir. O taaccüp etti ve manen dedi ki: “Elhamdülillah benim kalbim diridir. Bana telkin veren imamın kalbi ölüdür. Ölünün diriye telkinine hayret ettim” demesi üzerine gayr-i ihtiyari güldüm, buyurur.[6]
Muaz bin Cebel (r.a), Allah’ın Resulü’nden duyduğu son sözün şu olduğunu anlatıyor: Allah Resulü’ne sordum: ‘’Allah’a hangi amel daha hoş gelir?’’ dedim. “Dilin, Allah’ı anmakla ıslanmış olarak ölmendir” dedi. [7]
Adamın biri Resul-i Ekrem’e (sallallâhü aleyhi ve sellem)
“Şer’i hükümler çoğaldı. Bana sıkı sıkıya sarılacağım birini söyle” dedi.
Resul-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem): “Dilinden Allah’ın zikrini eksik etme, dilin daima onunla yaş olsun” buyurmuştur.[8]
İmam Şaranî (k.s) hazretleri diyor ki: ‘’Burada dilin yaş olmasından maksat, gafil olmamaktır. Çünkü kalp gafil olursa dil kurur ve yaş olmaktan çıkar’’ [9] buyurmuştur.
Büyük müfessir İmam Fahreddin Razî (r.ah) “Siz beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin, nankörlük etmeyin” [10] ayet-i celileysnii tefsir ederken şöyle demiştir:
Yüce Allah bu ayette zikir ile şükrü bir arada anmıştır. Zikir de şükür gibi üç çeşittir. Bunlar, dil, kalb ve beden ile yapılan zikirlerdir. Dil ile zikir, Yüce Allah’ı güzel isimleri ile anmak, Ona hamdetmek, tesbihte bulunmak, Kur’an’ı okumak ve dua etmektir.
Kalb ile zikir de, yüce Allah’ı gönülden anmaktır. Bu bir nevi tefekkürdür.
Beden ile zikir ise, vücudun bütün organlarının Allah’ın emirlerini yerine getirmeleri ve yasaklarından sakınmaları ile olur. Bu da kişinin kendi vücudunun organlarını Allah’ın yolunda bulundurması ile mümkündür.[11]
Büyük arif İmam-ı Rabbani (k.s) yüz doksanıncı mektubunda buyuruyorlar ki, “Zikrin faydalı olması ve tesir edebilmesi için şeriata uymak şarttır. Farzları ve sünnetleri yapmak ve haramlardan ve şüpheli olan şeylerden sakınmak lazımdır. Bunları da ehil olan âlimlerden öğrenerek yapmalıdır.”
Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor; “Dikkat edin! İnsanın bünyesinde bir et parçası vardır. Eğer o salah bulursa bütün ceset salah bulur; eğer o bozulursa bütün ceset bozulur. Dikkat edin o kalptir.‘’ [12]
Manevi terbiyede ilk olarak kalp ele alınır. Bütün Allah dostlarının tecrübe ve tespitlerine göre, kalbin temizlenmesi ve nefsin terbiyesi için en etkili ilaç Allah Teâlâ’yı zikretmektir.
İbadet ve amellerde bir çeşit zikirdir. Fakat kalbe ilaç olacak, nefsi ıslah edecek zikir, hepsinden ayrı özel bir ameldir. Allah dostları kalbin ilacı olan zikri, günlük yapılan zikir (vird) haline getirmişlerdir.
Gavs-ı Sânî (k.s) hazretleri şöyle buyurmuştur:
‘’Zikre devam ediniz, virde önem veriniz, çünkü kalbin tek ilacı zikirdir. Nefsin çirkin sıfatları ancak zikir ile değişir. İnsan mürşit nezaretinde sürekli çektiği zikir sayesinde terbiye olur.’’ [13]
Müminlerden istenen, devamlı zikir içinde olmalarıdır. Bu hal, zikre devam edilerek zaman içinde elde edilebilir. Arifler, “zikir kalpte iyice yerleşirse nefes alıp vermek gibi tabii hale gelir. O zaman insan istese de zikirden uzak kalamaz” demişlerdir. Bu hale ulaşan insan yerken, içerken, gezerken, çalışırken, konuşurken, yatarken, kalkarken kalbiyle devamlı Allah Teâlâ’yı zikreder. Bu, başı ağrıyan bir kimsenin durumu gibidir. Başı ağrıyan insan hangi işle meşgul olsa başının ağrısını hisseder, aynı zamanda işine de devam eder. Zikrin kalbe yerleşmesi de böyledir. Allah Teâlâ bu hale ulaşan kalplerin ticaret ve alışveriş yaparken dahi zikirden kopmayacağını belirtmiş.
Bir ayette yüce Allah, kendisi ile her an beraber olanların halini şöyle belirtir:
‘’Onlar öyle erlerdir ki, herhangi bir ticaret ve alışveriş kendilerini Allah'ı zikretmekten, namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar, yüreklerin ve gözlerin dehşetten ters döneceği (ahret) günden korkarlar.’’ [14]
Allame Alusi (r.ah), bu ayetin tefsirinde şöyle diyor:
‘’Birçok tasavvuf ehli, özellikle Nakşibendî büyükleri ayette emredilen daimi zikir haline ulaşmışlardır. Bu zikre ulaşmayı en büyük gaye edinmişlerdir. Zikir onların kalbinde hiçbir nedenle kesintiye uğramaz. Öyle ki hiçbir halde zikirden gafil olmazlar.’’
Zikrin bu derece bütün vücuda yayılmasına arifler zatî zikir, sultanî zikir ve devamlı zikir ismini vermektedirler. Zatî zikir, insanın bütün zatını, duygularını ve maddi varlığını saran, nefes alıp vermek gibi vücudun tabii hareketi haline gelen zikirdir.
Gavs-i Bilvanisî (k.s) şöyle derdi: “Nakşibendîlikte esas; zikir ederek kalbi ıslah etmektir. Nakşibendî amelinin tamamı kalbin çalışması içindir. Çalışmaya başlayan kalb, tıpkı saat gibidir. O sahibi başka işlerle meşgul olsa bile, çalışmasına devam eder. Bundan dolayı insanın her anı ibadetle geçer.” [15]
Gavs-ı Sâni (k.s) hazretleri ise şunları söylemiştir:
"İnsanın kalbine zikir yerleşince daha durmaz. Çarşıda, pazarda alışveriş yaparken kalp 'Allah' der. Siz istemeseniz de çalışır. Nasıl ki mideniz sizin elinizde olmadan gıdaları hazmediyor, siz uyurken bile işine devam ediyorsa, içine zikir yerleşen kalp de öylece zikreder. Bunun sevabını yalnızca Allah bilir.’’ [16]
Menkıbe
Resûlullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) kalp ile yapılan gizli zikrin faziletini şöyle anlatmıştır:
"Hafaza meleklerinin işitmediği gizli zikir, açık zikirden yetmiş derece daha üstündür.’’
Kıyamet günü olduğunda Allah Teâlâ bütün halkı hesap için toplar. Amelleri yazan melekler, yazdıkları ne varsa getirir ortaya koyarlar. Allah Teâlâ onlara,
'Bakın hele, kul için yazmadığınız bir şey kaldı mı?' diye sorar. Melekler de,
'Rabbimiz! Biz bu kulun bildiğimiz ve gördüğümüz her şeyini yazdık' derler. O zaman Allah Teâlâ o kula,
'Senin bizim yanımızda gizli/özel muhafaza edilmiş bir dosyan/defterin var. Onu melekler bilmezler. Onu ben yazdım, karşılığını da ben vereceğim. O senin yapmış olduğun gizli zikirdir' buyurur.[17]
Menkıbe
Gavs'ın bir müridi vardı, cahildi, bilgisizdi, bilgisizliğinden dolayı bir gün Gavs'a,
"Kurban, dedi, kalbimden zikir yaptığım zaman melâikeler yazmıyorlar. Fakat sesle zikir yapıp salâvat getirdiğim zaman meleklerin yazılarının, kalemlerinin sesini duyuyorum. Ama kalben zikir yaptığımda sesleri duyamıyorum."
Tabi bunu bilmediğinden söylüyordu, bildiğinden değil. Gavs (k.s) cevaben:
"Doğrudur, buyurdu, kalben yaptığın gizli zikirleri Allah Teâlâ'nın melekleri yazmazlar, yazamazlar. İnsanın ağzından çıkmayana kadar onlar yazmazlar. Fakat insanın o zikri de melekler yazmadı diye kaybolmaz. Allah'ın yanında, Allah'ın emanetinde kalır, tâ kıyamete kadar." [18]
Şeyh Safî (k.s.) der ki: “Bir gün bir kimse kalbini kötü huylardan temizlemeye niyet etse ve gece gündüz La ilahe illallah demekle meşgul olsa ve kalbini tamamen temizleyemeden ölse o kimseyi kabrine bıraktıkları zaman zikrettiği o zikirler gelir ona arkadaş olurlar. Kabrinde ona zarar ve azap verebilecek haşaratı yılan vesair azap ve işkence mahlûklarını yakar yıkar mahveder. O kişi selamete erer.”[19]
Zikirde devamlılık esastır. Vücudun zikre alışması, ısınması ve onu nefes alış verişi gibi tabii hale getirmesi için, kişinin zikre devam etmesi gerekir. Arifler, işin çözümünü zikre başlamakta ve devam etmekte görmüşlerdir.
Gavs-ı Sânî (k.s) şöyle buyurmuştur: ‘’Sûfî üç gün zikir çekmese kalbi hasta olur. Beş-on gün, bir, iki, üç ay, dört ay zikir çekmezse kalbi (iyice) hasta olur. Zikir kalbin hakkıdır.‘’
Muhammed Emin Erbili (k.s) hazretleri şöyle buyurmuştur: “Maneviyat yolcusunun yemeği, ilim öğrenmek ve Allah Teâlâ'nın ismini zikre devam etmektir.’’
Ebu Yakub Nehrecurî’ye (k.s) Allah Teâlâ’nın rızasına nasıl kavuşulur diye sordular. O da “Cahillerden uzak kalmak, âlimlerin sohbetinde bulunmak, ilmi ile amel edip, Allah Teâlâ’yı anmaya devam etmek” diye buyurdu. [20]
Tasavvuf büyükleri, manevi terbiyeye ilk adımı atan kimselere evvela bu yolun sevgisini, muhabbetini kazandırırlar. Bu sevgi ile müritlerini Allah Teâlâ’yı zikretmeye ısındırırlar.
Büyük arifler zikrin kâmil bir mürşidin gözetiminde, onun nezareti altında yapılmasını faydalı görmüşlerdir. Bunun birinci faydası mürşidi kâmilin dua ve himmet desteğidir. İkinci faydası kalbin ve çekilen zikrin kontrol altında olmasıdır.
Seyyid Muhammed Raşid (k.s) hazretleri 1985 yılından Ankara'da yaptığı bir sohbette şöyle buyurmuş:
‘’Sofiler bizlere geliyorlar, biz onlara tövbe veriyoruz. Sonra beş bin zikir veriyoruz. Onlarda takliden günde beş bin kere Allah diyorlar, zikir çekiyorlar ama Sadatlar araya giriyor, onların bereketi, duası ile Allah Teâlâ sofilerin çektiği zikri kabul ediyor. Üstelik on misli ile yani elli bin zikir sevabı olarak onların amel defterine yazıyor.’’
Belli sayıdaki zikir adım adım takip edilir. Zikri mürşit kontrol eder. Gereken müdahaleleri o yapar, kalpte bir tıkanma ve usanma olursa o ilgilenir, kalbin yolunu o açar. Zira mürşit, şeytandan gelebilecek vesvese ve engelleri bilir, müridin bunları aşmasına yardımcı olur.
Zikir vücutta bir meleke haline gelene kadar, mürşit müridini kontrol eder. Meleke haline gelmek demek, vücuttan ayrılmaz bir parça haline gelmiş sıfat demektir.[21]
Kendi başına yapmanın elbette sevabı vardır, fakat ileri safhada şeytanın hileleri de vardır. Kişi zikirle nefsini beğenmek, zikirden zevk alıp onu asıl hedef gibi görmek ve birçok vesveseyle baş başa kalır. Bir mürşide talebe olanlar manevi terbiye ve tedavide onun talimatlarına uyanmalıdırlar. Kendi başına farklı zikir seçmeleri, başka zikre heves etmeleri şeytandandır. Zikrini artırmak ve değiştirmek isteyen mürşidine danışmalıdır.
Zikirler farklı faydaları ve neticeleri olan ilaçlar gibidir. Ehil olmayan kimse kalbe ilaç olacak zikri seçerken yanılabilir, uygulamada yanlışlık yapabilir, sayıyı karıştırabilir.
Ancak kâmil bir mürşidin terbiyesine giren kimse bu tür durumlarda yalnız değildir. Kamil mürşid, manevi hastalıklarda mütehassıs doktordur. O, hangi manevi hastalığa ne tür zikrin ilaç olacağını bilir.
Gavs-ı Sânî (k.s) buyurmuşlar ki: ‘’Virtlerinizi sağlam çekin, ara vermeyin. Bir çekip bir çekmemek kalbi tahriş eder. Nasıl ki doktorun verdiği ilacı bir alıp bir almazsanız faydası olmaz. Bu da öyledir. Bir de ne az ne fazla verilen sayıda çekmek lazım. İlacı az alırsanız faydası olmaz, çok alırsanız zararı olur.’’
Menkıbe
Bir adamın gözü ağrıyormuş. Bir baytara giderek,
“Beni tedavi et” demiş.
Baytar da hayvanların gözüne sürdüğü ilacı bu adamın da gözüne sürmüş.
Adamın gözü kör olmuş; hâkime gidip şikâyet etmiş.
Hâkim, “Hiçbir ceza ve diyet lazım gelmez. Çünkü eşek olmasaydın, baytara gitmezdin” demiş.[22]
Zikir gafletle de çekilse yinede terk edilmemelidir. Allah'ın (c.c) ihsanı boldur. Gafletle zikre devam edenin kalbine huzur verebilir. Huzurlu zikirden de fenaya yükseltebilir.
Zikirde kalbin huzurlu değil diye tamamen zikri terk etme. Çünkü hiç zikirsiz gafil olmak zikrin içinde gafil olmaktan daha kötüdür. Umulur ki Allah Teâlâ seni gafletli zikirden uyanık zikre, uyanık zikirden huzurlu zikre ve ondan da masivadan gaybet zikrine yükseltebilir. Bu Allah Teâlâ için hiç zor değildir.
Bediüzzaman Said Nursî (r.ah) hazretleri Mesnevi-i Nuriye'de sofinin mesleğinin zikir olduğunu, nefsin çirkinliklerinden sıyrılıp ahlâk-ı hamideye geçmeye sebep olacağını bildirmektedir:
"Ey aziz olan kimse, bil. Zikreden adamın ilâhî feyizleri çeken muhtelif manevi güzellikleri (latifeler) vardır. Bunların bir kısmı kalp ve aklın şuuruna bağlıdır. Bir kısmı ise şuursuzdur. Gaflet ile yapılan zikirler bile, bu ilâhî feyizden mahrum kalmazlar."
Onun için kardeşler, tasavvufta sofi illâ zikir sahibi olmalıdır ki Allah'ın feyzini çeksin.[23]
Abdullah b. Mesud’tan (r.a) rivayet olunduğuna göre Musa Peygamber (a.s),
“Ey Rabbim! En çok hangi ameli işlememi sevdiğini bana gösterir misin?” diye sorduğunda
Cenab-ı Allah ona şöyle cevap vermiş: “Beni zikretmeni ve hiç unutmamanı çok severim.” [24]
Ebu’l-Melih (r.a.) yolda yürürken gaflete düşüp Allah Teâlâ’yı anmadığında ne kadar yol almış olursa olsun gaflete düştüğü noktaya geri dönerek Allah’ı anıp şöyle derdi: “Üzerinde yürüdüğüm tüm toprak parçalarının kıyamet günü lehimde tanıklık yapmalarını istiyorum.” [25]
Zikir kalbin cilasıdır, onu manevi kirlerden temizler, içindeki gafleti yok eder. Kalp zikrin nurları ile aydınlanır ve parlar. Bu nur insanın bütün vücuduna yayılır, her organ ondan bir pay alır, nurlanır, vücut Allah sevgisi ile tatlanır.
Hâlbuki zikir, lambaya gelen ışığı taşıyan kablolar gibi, Allah'ın nurunu kalbe taşır. Böylece kalp nurlanarak selim bir hâl alır. Kalb-i selim sahipleri de nefsin heva ve hevesine uymayıp, yalnızca Allah'a bağlanırlar.
Zikredememek nefsin işidir. Zikrettirmemek nefsin ustalığıdır. Şeytanın hıyanetidir. Çünkü zikir ile nefsin helâk olacağını bilir.
Bir adamın beş bin kere meşakkatle, zorla nefsine çektirdiği zikir, muhabbetle çekilen yüz bin zikirden daha faziletlidir. Niye? Çünkü muhabbetle çekenin mücahedesi zahmetle çekeninkinden azdır. Muhabbetli çektiği için feyzi çok olur. Zahmetle çekenin de Allah katında sevabı ve yakınlaşması çok olur. [26]
Avn b. Abdullah (k.s) hazretleri şöyle buyurmuştur: ‘’Zikir meclisleri gönüllere şifadır. İnsanlık Allah’ın zikredilmediği bir zamanla yüz yüze gelirse yemin ederim ki toptan mahvolur. Gafil insanlar içinde Allah’ı zikreden bir adam ric’at etmiş bir orduyu tek başına kurtaran bir askere benzer.‘’
Zikir nurları içinde kaybolan kimsenin yüzü güzel, sözü tatlı olur. Bakışı feyz akıtır, gülüşü huzur verir. Her hali hayrı yansıtır. Bu kimse yeryüzünde Allah Teâlâ’nın canlı şahididir kendisine bakana Allah'ı zikrettirir hayrı sevdirir.
Zikir manevi zevk kapılarını açar. Zikir sayesinde kul Allah Teâlâ ile özel sohbet ve muhabbet eder. Allah Teâlâ zikredenin en yakın dostu ve sohbet arkadaşı olur, kalbini şenlendirir onu doyumsuz ve benzersiz zevklere ulaştırır.
Zikir vuslat yoludur. Zikir kulu Yüce Rabbine yaklaştırır. Zikir insanın marifetini ve muhabbetini arttırır, manevi derecesini yükseltir. İhlâsla yapılan zikir kul ile Rabbi arasındaki bütün perdeleri kaldırır, engelleri aştırır. Rasulullah Efendimiz'in (sallallâhü aleyhi ve sellem) belirttiği gibi zikirdeki bu özellik hiçbir amelde yoktur.
Zikir insana cennet kapılarını açar. Allah Teâlâ’yı çokça zikreden mümin erkek ve kadınlara Yüce Rabbimiz mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. Bu mükâfat Cennet ve Allah'ın nur cemalidir.
Muaz bin Cebel (r.a.) şöyle demiştir: “Cennet ehlinin tek bir hasreti (özlemi) vardır. O da, Allah Teâlâ’yı zikretmeksizin geçirdikleri vakitlerdir.”
Ebu Süleyman Dârânî (k.s) hazretleri zikrin fazileti hakkında şöyle buyurmuştur:
‘’Cennete bir ova var, kul Allah’ı zikre başladı mı melekler bu sahaya ağaç dikmeye başlarlar. Bazen meleklerden biri ağaç dikme işine ara verir. Neden duruyorsun? Diye sorulunca, ‘namına ağaç diktiğim şahıs zikre ara verdi, (fütur getirdi) de ondan, diye cevap verirler. ’’
Zikir sahibinin zikirle aşamayacağı hiçbir engel yoktur. Hakiki Müslümanlar zikir ve dua sayesinde nice engelleri aşmışlardır. İmanını görmek imanın tadını bulmak ancak iman sahibinin zikre verdiği değerle olacağını hakkal yakın bilmişlerdir. Eğer bir gönül, bir kalbde zikir varsa diridir, diri gibi her şeyi hakkıyla bilir, kalp gafil zikir yoksa ölü gibidir, çok şeyden haberi yoktur, hakikatleri göremez.
Abdülhakim Hüseyni (k.s) hazretleri de bu hususta şöyle buyurmuştur: ‘’Kalp, Allah’ın zikrini yaptığı zaman, bütün vücut da onunla zikir yapar, kalp ölmüşse vücut ölüdür.‘’
Zikir kötülüklere karşı en sağlam bir kaledir, insanı haramlardan kurtarır. Zikirle meşgul olan bir kalp ve dil, gıybet, yalan, laf taşıma, fitne yayma gibi haram ve boş işlere vakit bulamaz. Bir çeşit ibadet, hizmet ve zikir ile meşgul olmayan kimsenin boş işlerden korunması mümkün değildir. Kalbe gelen günah arzularını zikirle söndürme ve hayra yönlendirme imkânı vardır. Zikir ile desteklenen kalp iyiyi kötüyü fark eder.
İmam Mâlik’e ulaştığına göre, Hz. İsa İbn Meryem (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın zikri dışında çok kelâm etmeyin, kalpleriniz katılaşır. Çünkü katı kalp Allah’tan uzaktır, fakat bunu bilemezsiniz. Kendiniz efendiler imişcesine insanların günahlarına bakmayın, bilâkis kullar olarak kendi günahlarınıza bakınız. Çünkü insanların bir kısmı, belâya maruzdur. Bir kısmı da afiyete mazhardır. Belâ (imtihan) sahiplerine merhamet edin. Mazhar olduğunuz afiyete de hamd edin.” [27]
Hannas, sinsi, korkak, boş bulunca dalan, karşı durunca kaçan demektir.
Şeytan kalbi boş bulunca dalar, kalp zikre geçince hemen kaçar. Zikir devam ettiği sürece şeytan kalbe yol bulamaz. Kalbe girmek ister fakat zikrin nuru onu yakar. Böylece insan en büyük düşmanından kurtulmuş olur.
Şeytanı yakan zikir ihlâsla edep üzere yapılan ve gafletten uzak olan zikirdir. İçinde Allah rızâsı ve edep bulmayan zikir, kalpten şeytanı değil, ilâhî rahmeti uzaklaştırır.
Menkıbe
Bir gün bir sofi Gavsı Sani (k.s) hazretlerine dedi ki;
Kurban biz ilerleyemiyoruz, ne kadar zikir yapıyoruz vücudumuz uyanmıyor, gafletteyiz nasıl yapacağız?
Gavs-ı Sani (k.s) elini bastonun üzerine koydu ve dedi ki; Sofi
1- Bir insan nazar-ı haram yaparsa, ne kadar zikir yaparsa ona fayda vermez
2- Bir insan, yirmi dört dünyayla meşgul olursa, alışveriş, insanlarla oturup kalkarsa, o insanın kalbi ne kadar zikir yaparsa fayda vermez.
3- Bir insanın ailevi huzuru yoksa bu insanda ne kadar zikir yaparsa kalbine fayda vermez.
4- Bir insan günah işlese bu insan ne kadar zikir yaparsa yapsın fayda yoktur. İnsan bu dört şeyi yaparsa, ne kadar zikir yaparsa yapsın fayda vermez. Terk ederse fayda verir. S. Abdülhakim el Hüseynî (k.s) hazretleri de bu meyanda bir sohbetlerinde şöyle buyurmuşlar:
‘’İnsanın Allah yolunda çalışıp gayret göstermesi, amelini artırması gibi, günahtan da haberi olması lâzımdır. Ziyan etmemeye çalışmalı ki tüccar olabilsin. Meselâ, gecede beş bin, on bin veya on beş bin, yirmi bin vird çeken kimse günahtan kaçınır, Allah'ın emirlerine aykırı hareketlerden kendini korursa, çok kısa bir zaman içinde sevabı, hayrı artacağından, büyük bir tüccar olmuş olur. Onun için insanın kendinden çok haberi olması, kendine çok dikkat etmesi lâzımdır. Kendini günahlardan, Allah'ın emirlerine muhalefetten korumalı, günahın büyüğünden de, küçüğünden de, elinden geldiği kadar, imkânının el verdiği kadar kaçınmalıdır.’’ [28]
Gav-sı Sânî (k.s) hazretleri şöyle buyurmuştur:
“Zikir kalbin gıdasıdır; gıdasını almayan kalp zayıflar, sonra ölür. Kalp ancak zikir ile beslenir, kuvvetlenir, tatlanır, manen hayat bulur. Haramlar ve işlenen günahlar ise, şeytanın gıdasıdır. İşlenen günahlar, insanın kalbini zayıflatır; onun düşmanı olan nefsi ve şeytanı kuvvetlendirir. Bu nedenle, insanın içinde kalp, nefis ve şeytan devamlı mücadele halindedir.’’
Allah Teâlâ'yı zikir kalbin hayatıdır, tadıdır, ilâcıdır, gıdasıdır, cilâsıdır. Zikirsiz kalp zayıflar, hastalanır, kararır, kapanır, katılaşır, sonunda ölür. Bu halden yüce Allah'a sığınırız.[29]
Allah Teâlâ’nın lütfü keremiyle, sadatların himmet ve bereketiyle, yoldaşımızın şeytan olmaması için her daim Allah Teâlâ’nın zikriyle meşgul olmamız niyazı ile. Âmin. [1] Ahzab 41 [2] Aile Saadeti, S. Muhammed Saki Erol [3] İmam Ahmed, Müsned, 3, 142; Suyutî, el-Havî, li’l-Fetava, 1, 391; Aclunî, Keşfü’l-Hafa, 2, 163, (Nr: 2187). [4] Suyutî, el-Havî, li’l-Fetava, 1, 391. [5] İmam-ı Nevevî, Dualar ve Zikirler [6] Yafiî, Neşru’l-Mehasin, 21; Bursevî, Ruhu’l-Beyan, 7, 107, 8, 394. [7] Münzirî, Et-Terğib ve’t-Terhib, 2, 395; Hakim, Müstedrek [8] Tirmizî, Deavat, 4; İbn-i Mace, Edeb, 53, (3793) [9] Şaranî, Tabakat, 1, 24. [10] Bakara 2-152 [11] Razî, Mefatihu’l-Gayb, 4, 71 [12] Buhari [13] Kulun yolculuğu, 108 [14] Nur 24/37 [15] Seyyid Abdülhakim el-Hüseynî ve Nakşibendî Tarikatı, 168 [16] Kitab-ı Kudsiyye [17] Ebû Ya'lâ, Müsned, nr. 4738; İbn Hacer, el-Metâlibü'l-Âliye, nr. 3 4 2 1 ; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, 10/81.a [18] Sohbetler, S.Abdulhakim Hüseyni (k.s) [19] Eşref er-Rumî, Müzekki’n-Nüfus, 173. [20] Şaranî, Tabakat, 1, 111 [21] Kaynaklarıyla Tasavvuf, Dilaver Selvi [22] Şeyh Sadi, Gülistan, 237, (Ter. 154) [23] Mürid ve Mürşid Hukuku, Mehmet Ildırar [24] Câmiü’l-Ulûmi ve’l-Hikem, 515. [25] Tasavvufun İlk Basamağı Zikir, Hüseyin Okur [26] Mürid ve Mürşit Hukuku, Semerkand Yay. [27] İmam Mâlik, Muvattâ, Kelâm 8 (2,986) [28] Sohbetler, S. Abdülhakim el Hüseynî [29] Zikrin fazileti, çeşitleri ile ilgili geniş bilgi ve deliller için bk. Münzirî, et-Tergm 2/365-509 (Beyrut 1996), Abdüikadir isâ, el-Hakaik ani't-Tasavvuf, s. 130-234. Alıntı: kalpehli.com Bu yazı 24847 defa okunmuştur.
|
DİVAN-I AHMEDDivan-ı Ahmedi Okumak İçin Tıklayınız.. YÜKSEK LİSANS TEZİTASAVVUF KÖŞESİ
BAZI LİNKLER |
||||||||||||||||||
(c) 2016 www.husamiler.org / Mersin Alt Yapy: MyDesign - Dizayn ve Hosting: Ri-Mer Bili?im |