Kadiri Hüsamiler Web Sitesi..
ANASAYFA SİTEDE ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE SORU SORUN? İLETİŞİM

CANLI YAYIN İZLEYİN...

 
 

ANKET

Yeni web sitemizi nasıl buldunuz?





Tüm Anketler

SİTEDE ARA


Gelişmiş Arama

SİTEMİZE ZİYARETLER!

 
Bugün Tekil44 
Bugün Çoğul151 
Toplam Tekil 389419 
Toplam Çoğul475153 
Ip 185.50.70.3
Mağfiret Vesilesi Şefaat

Mağfiret Vesilesi Şefaat

Tarih 17 Mart 2015, 18:50 Editör ihsan Kaya

Siraceddin Önlüer | Semerkand Dergisi Ocak 2011

Rabbimiz kullarını çeşitli vesilelerle affetmek ister ve bundan da hoşlanır. Bu sebeple bazı kullarına, ahirette şefaat etme izni verecektir. Böylece hem affetmek istediği kulları için bir bahane yaratmış, hem de sevdiği kullarının değerine dikkat çekmiş olacaktır.

Şefaat, ahirette peygamberlerin ve şefaat yetkisi verilen diğer kimselerin, günahkâr bir müminin affedilmesi, günahı olmayanın daha yüksek derecelere ulaşması için Allah’a yalvarmaları, dua etmeleri, aracı olmaları demektir. Şefaat insanın tabiatında vardır. Dünya işlerinde daima bir vesile edinmeye çalışırız. Başımız sıkışınca güvendiğimiz birinden destek ve yardım isteriz. İnsanın bir desteğe, bir vesileye en fazla muhtaç olacağı gün hiç şüphesiz kıyamet günüdür, mahşer meydanıdır. Orada bunalacak, terleyecek, korkudan titreyecek, eşinden dostundan yardım isteyecek, uzanacak bir el arayacaktır.

Kur’an ve Sünnet’ten öğrendiğimize göre, dünya hayatında olduğu gibi ahirette de destekçi ve şefaatçiler olacaktır. Ayet-i kerimede; “O gün, Rahman’ın şefaat izni verip sözünden razı olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” (Tâhâ, 109) buyrulmak suretiyle Cenâb-ı Hakk’ın izin verdiklerinin ahirette şefaat hakkı olduğuna işaret edilmiştir.

Yeni itirazlar

Günümüzde, bazı kimseler şeffaatin dinde yerinin olmadığına dair sözler söylüyor, şefaati reddediyorlar. Hatta şefaate inanmanın şirk olduğuna dair iddialarda bulunuyorlar. Oysa şimdiye kadar hiçbir akıl sahibi, istemenin “tapmak” manasına geldiğini, istenilenin de “tapılan” olarak görüldüğünü iddia etmemiştir, edemez de.

Buradaki isteme, günahkâr ve çaresiz bir kimsenin Allah katında değeri ve bir makamı olan birinden aracı olmasını istemesidir. Şefaat sahiplerinin şefaatleri Allah’ın iznine bağlıdır. Dolayısıyla şefaat vesilesi kimseler asla Allah’ın kudretine eşdeğer bir güç olarak görülmez. Çünkü hepsi Allah Tealâ’nın irade ve kudretiyledir.

Kur’an-ı Kerim ve hadisler genel manada kişiyi başkası lehine iyilik ve yardım yapmaya, başkası için dua ve istiğfar etmeye, başkasının elinden tutmaya, kendisi muhtaç iken başkasını kendine tercih etmeye açık bir şekilde teşvik etmektedir. Şefaat de, kişinin başkası lehine dua ve istiğfar etmesinden başka bir şey değildir. Yüce kitabımız Kur’an’da bu durum teşvik edilmekte ve övülmektedir:

“O halde onları affet, onlar için istiğfarda bulun.” (Âl-i İmran, 159)

“(Sana gelen kadınların biatlerini kabul et ve) onlar için Allah’tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Mümtehine, 12)

“Hem kendi günahın, hem mümin erkekler ve mümin kadınlar için mağfiret dile.” (Muhammed, 19)

Şefaat haktır, gerçektir

Şefaatin hak oluşu ayet, hadis ve icma ile sabittir. Dolayısıyla inkârı insanı iman dairesinden çıkarır. Şefaatin hak olduğuna inanan kimseler de Allah’ın izniyle buna nail olacaklardır. Nitekim Rasulullah s.a.v. efendimiz şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günündeki şefaatim haktır. Ona inanmayan kimse şefaati hak etmiş olmaz.” (Suyûtî, Câmiü’s-Sağîr, 4896)

Rabbimiz kullarını çeşitli vesilelerle affetmek ister, bundan hoşlanır. Bu sebeple bazı kullarına ahirette şefaat etme izni verecektir. Böylece hem affetmek istediği kulları için bir bahane yaratmış, hem de sevdiği kullarının değerine dikkat çekmiş olacaktır.

Ayet ve hadislerde peygamberlerin, velilerin, alimlerin, şehitlerin ve salih müminlerin, derecelerine göre Cenab-ı Hakk’ın bahşettiği seviyede şefaat hakkına sahip olacakları ifade buyrulmuştur. Bütün şefaatler ancak Cenab-ı Hakk’ın izni ve koyduğu ölçü nispetinde olacaktır. Şu ayet bize bunu anlatmaktadır:

“O’nun izni olmadıktan sonra hiçbir şefaatçi şefaat edemez.” (Yunus, 3)

Şefaat torpil yapma değil, sadece Allah’ın iradesini insanlara ulaştırmak, yardım ve dostluk elini uzatmaktır. Şefaat Allah Tealâ’nın işine karışmak da değildir. Dolayısıyla izin ve yetki verilen bir kimseden şefaat istemek Allah’a şirk koşmak değildir. Çünkü o Allah Tealâ’nın sevdiklerine bahşettiği bir şeref ve yetkidir. Şefaat, sevenlerin sevdikleri için aracı olup naz makamında niyaz etmeleri, dostları adına yardım ve merhamet dilemeleridir.

Efendimiz’in şefaati

Ahiret gününde Allah Rasulü s.a.v. bütün insanlığı içine alan şefaatiyle ortaya çıkacaktır. Çünkü O, hiçbir kimseye nasip olmayan “şefaat-i uzmâ” ile müjdelenmiştir. Şefaat-i uzmâ “en büyük şefaat” demektir.

Peygamberler içinde ilk defa şefaat edecek ve şefaati kabul olunacak peygamber yine Efendimiz s.a.v.’dir. O’nun bu ilk şefaati mahşer halkının hesaba çekilmesiyle gerçekleşecek ve bütün insanlığı mahşerin sıkıntısından kurtulması şeklinde olacaktır. Bu durum belki Hz. Peygamber s.a.v.’in Allah katındaki değerini bütün insanlığa göstermek içindir. Bütün peygamberler mahşerin sıkıntısı ve cehennemin mahşer halkına hücumu karşısında “Allahım selâmet ver…” (Buharî) diye korku ile diz üstü düşerek Allah’a yalvaracaklar. İnsanlığı bu dehşetli durumdan kurtaracak olan ise, Peygamberimiz s.a.v.’in Arş’ın altında Allah’a şefaat talebi olacaktır.

Rasulullah s.a.v., diğer peygamberlere verilmeyen beş şeyden birinin de, kendisine verilen genel şefaat yetkisi olduğunu beyan etmiştir. Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Allah bana benden önce hiç kimseye vermediği beş özellik vermiştir. Onlardan biri de şefaattir. Şirk üzere ölmeyen (imanla ölen) herkese şefaat edeceğim.” (İbn Mâce)

Sahih rivayetlere göre, mahşerin dehşet ve şiddetinden herkes, hatta peygamberler bile, “nefsim, nefsim” diyecekleri bir zamanda, Rahmet Peygamberi s.a.v. efendimiz “ümmetim, ümmetim” diyerek ümmetine sahip çıkacak ve onları koruyacaktır. O, bir hadisinde şöyle buyurmuştur:

“Her peygamberin Allah katında makbul bir duası vardır. Bütün peygamberler o duayı yapmada acele davrandılar. Ben ise bu duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat için sakladım. Ümmetimden şirk koşmadan ölenler için şefaat edeceğim.” (Buharî)

Hz. Peygamber s.a.v.’in en büyük şefaati ümmetine olacaktır. Bu da müminlerin durumuna göre farklı şekillerde gerçekleşecektir. Günahları az olanlar bu şefaat sayesinde azaptan tamamen kurtulacaklar, bazılarının günahlarının yarısı ya da daha azı veya daha fazlası silinecektir. Hatta büyük günah işleyenler dahi eğer Allah’a şirk koşmadan ölmüşlerse bundan nasibini alacaklardır. Bir hadis-i şerifte buyrulmuştur ki: “Benim şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenleredir.” (Ebu Davud)

Diğer şefaatçiler

Allah Rasulü s.a.v.’in müminlere başka kimlerin şefaatçi olacağına dair beyanları vardır. Bunlar Kur’an-ı Kerim, hafızlar, melekler, şehitler, alimler, veliler, salih ameller ve çocuklardır. Kısaca bunlara değinelim.

Kur’an-ı Kerim: Kuran’ın şefaatiyle alakalı birkaç hadis-i şerif mevcuttur. Bunlardan biri şöyledir:

“Kur’an-ı Kerim’i okuyun. Çünkü Kur’an, onu okuyanlara kıyamet günü şefaatçi olarak gelecektir.” (Müslim)

Hafızlar: Hz. Peygamber s.a.v., Kur’an’ı ezberleyen ve onunla amel eden hafızlara da ayrı bir değer vermiş, onların Allah’ın seçkin kulları olduklarını bildirmiştir. (İbn Mâce) Altı büyük hadis kaynağından Tirmizî’de kayıtlı bir hadis-i şerif şöyledir:

“Kim Kur’an’ı okur, ezberler, helal kıldığı şeyi helal kabul eder, haram kıldığı şeyi de haram kabul ederse, Allah o kimseyi cennete koyar. Ayrıca ailesinden cehennemlik olmuş on kişiye şefaatçi kılınır.”

Melekler: Melekler de, ahirette Allah’ın razı olduğu kimselere şefaat edeceklerdir. Onlar şefaat için emir almadıkça şefaatte bulunmazlar ve sadece müminlere şefaat ederler. Nitekim Allah Tealâ; “Göklerde nice melekler vardır ki onların şefaatleri ancak Allah’ın izniyle, dilediği ve hoşnut olduğu kimselere yarar sağlar.” (Necm, 26) buyurmaktadır.

Şehitler: Hadis-i şeriflerden anlaşıldığına göre şehitlere de şefaat yetkisi verilecektir. Hz. Peygamber s.a.v., şöyle buyurmuştur: “Kıyamet günü üç grup şefaat edecektir: Peygamberler, alimler ve şehitler.” (İbn Mâce)

Bir diğer hadis de şöyledir: “Şehit, ailesinden yetmiş kişiye şefaat eder.” (Ebu Davud)

Müminler: Allah Rasulü s.a.v.’in şefaat yetkisinin bir kısmını ümmetinden veliler ve alimlere devredereceği ve onların da yakınlarına şefaat edebilecekleri hadisler ile sabittir. Bunlardan biri şöyledir:

“Ümmetimden bazıları var ki büyük bir cemaate, bazıları var ki bir kabileye, bazıları var ki bir gruba, bazıları da var ki tek bir kişiye şefaat eder ve cennete girmelerini sağlar.” (Tirmizî)

Yine aynı kaynakta geçen bir hadis-i şerife göre Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Bir adamın cehennem ateşine atılması için emir verilir. Giderken, dünyada susuzluğunu giderdiği adama rastlar, onu tanır ve; ‘Benim için şefaat etmeyecek misin?’ der. Adam; ‘Sen de kimsin?’ diye sorar. ‘Ben sana falan gün su içirmedim mi?’ diye hatırlatır. Öbürü onu tanır ve Allah nezdinde lehinde şefaatte bulunur. Adam da böylece geri çevrilir ve cennete gider.”

Ameller: Yapılan güzel bir amelin şefaat edeceğine dair Efendimiz s.a.v şöyle buyururlar:

“Kur’an ve oruç, kıyamet gününde kullara şefaatçi olur. Oruç der ki: ‘Ey Rabbim! Ben onu gündüzleri yemeden içmeden ve şehvetten alıkoydum. Bana şefaat hakkı ver.’ Kur’an der ki: ‘Ey Rabbim! Ben onu geceleri uyumaktan alıkoydum, bana şefaat hakkı ver.’ Böylece ikisi de şefaat eder.” (Ahmed ibn Hanbel, Heysemî)

Çocuklar: Allah Rasulü s.a.v. küçük yaşta ölen çocukların anne ve babalarına şefaatçi olacaklarını birçok hadiste müjdelemiştir. Bu meyanda bir hadis-i şerif şöyledir:

“Küçük yaşta ölen çocuğa, cennete gir, denir. Fakat o cennetin kapısında durur, huzursuz bir şekilde beklemeye başlar ve der ki; ‘Annemle babam yanımda olmadıkça girmem!’ O zaman meleklere: ‘Anne babasını da onunla birlikte cennete koyun.’ denir.” (Müslim, İbn Mâce)

Diğer bir hadis-i şerifte de: “Henüz ergenlik çağına ulaşmamış üç çocuğu ölen her müslümanı, Allah çocuklara olan rahmet ve şefkati sebebiyle cennete koyar.” (Buharî, Müslim) buyurulur.

Kimden şefaat istiyoruz?

Peygamber veya velilerden şefaat dileyen kişi, aslında Allah’tan diliyor demektir. “Şefaat ya Rasulallah!” diyen bir kimse, şunu demek istiyor: “Ya Rabbi, sevdiğin ve razı olduğun habibin hürmetine beni bağışla!”

Şu halde gerçek ve mutlak şefaatçi Cenab-ı Hak’tır. Bu hususla ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “De ki: Bütün şefaat sadece Allah’ındır.” (Zümer, 44)

Şayet Allah’tan başka birisi şefaat edecekse bu, Allah’ın izni ve yetki vermesi ile mümkün olacaktır. Ayrıca bütün şefaatçiler Hak Tealâ’nın koyduğu sınır dahilinde şefaat edeceklerdir. Çünkü şefaatin ve şefaatçinin bir sınırı vardır. Allah’ın her icraatında adalet vardır, denge vardır. O’nun vereceği şefaat yetkisinde de adalet ve denge söz konusudur. Bu sebeple Allah hiç kimseye sınırsız şefaat yetkisini vermemiştir. Fakat imanını muhafaza ederek ölen herkes derece derece şefaate kavuşacaktır. Kâfir ve münafıklar için ise şefaat söz konusu değildir.

Kısaca şefaat herkese ve sınırsız bir ölçüde değildir. Kim, kime şefaat ederse, muhakkak kabul görür diye bir şart da yoktur. Bütün işlerde olduğu gibi, bunda da Allah’ın dilemesi esastır.

Alimlerimiz Ne Diyor?

Şefaat aklen caiz, Kur’an, Sünnet ve bütün Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat ittifakı ile sabittir. Sadece Mutezile ve Haricîler inkâr etmişlerdir. Hatta Mutezile bile şefaatin bir kısmını kabul etmiştir.

Bütün İslâm alimleri bu hususu ele almış ve cevazını ispatlamışlardır. İmam-ı Azam Ebu Hanife rh.a. de “Fıkhu’l-Ekber” adlı eserinde bu konu hakkında şunları söylemiştir:

“Peygamberlerin özellikle de Efendimiz s.a.v.’in günahkâr müminlere şefaat etmeleri hak olup Kitap ve Sünnet’le sabittir.”

Büyük İslâm alimi İmam Sübkî rh.a. “Şifâü’s-Sikâm fî Ziyâreti Hayri’l-Enâm” adlı eserinde şefaat, tevessül, istiğase, kabir ziyareti gibi konuları genişçe ele almış, bu hususta şöyle demiştir:

“Hz. Peygamber s.a.v. ve velilerle şefaat, tevessül ve istiğase dinen caiz olup güzeldir. İlk günden İbn Teymiyye gelinceye kadar bu konuyu hiçbir alim, hiçbir veli, hiçbir müslüman reddetmemiştir.”

Meşhur alimlerimizden Teftazânî rh.a. “Akaidü’n-Nesefî” adlı esere yapmış olduğu şerhte şöyle demiştir:

“Şefaat Kur’an, Sünnet ve icmâ’ın kesin delilleriyle sabittir. Hatta Mutezile bile sevabın artması için şefaatin caiz olacağını söylemiştir.”

Bu yazı 7446 defa okunmuştur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit

Vesile Tevessül Şefaat

Kur'an ve Sünnet'e Göre Tevessül

Kur'an ve Sünnet'e Göre Tevessül Kur'an ve Sünnet'e Göre Tevessül

İtirazların Tutarsızlığı Açısından Tevessül Meselesi

İtirazların Tutarsızlığı Açısından Tevessül Meselesi İtirazların Tutarsızlığı Açısından Tevessül Meselesi

SÖZLÜK

Söz ve Resim
ÖLÇÜ ALLAH’IN DİNİDİR.DİNDE OLMAYAN TASAVVUFTA YOKTUR.

GAVS-I SANİ HZ.

BAZI LİNKLER

(c) 2016 www.husamiler.org / Mersin
RSS Kaynağı | Yazar Girişi | Yazarlık Başvurusu

Alt Yapy: MyDesign - Dizayn ve Hosting: Ri-Mer Bili?im