Kadiri Hüsamiler Web Sitesi..
ANASAYFA SİTEDE ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE SORU SORUN? İLETİŞİM

CANLI YAYIN İZLEYİN...

 
 

ANKET

Yeni web sitemizi nasıl buldunuz?





Tüm Anketler

SİTEDE ARA


Gelişmiş Arama

SİTEMİZE ZİYARETLER!

 
Bugün Tekil76 
Bugün Çoğul208 
Toplam Tekil 390173 
Toplam Çoğul475999 
Ip 185.50.70.3
MÜRŞİD ZİYARETİ ve EDEBLERİ

MÜRŞİD ZİYARETİ ve EDEBLERİ

Tarih 03 Nisan 2015, 14:13 Editör ihsan Kaya

Arifler demişlerdir ki: Allah Teâlâ bir kulu sevince, onu bir sevdiğine sevk eder; dostlarını kendisine yoldaş eder. [GENİŞ YAZI]

Allah Teâlâ ayet-i celilede şöyle buyurur:

  

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sadık kullarımla beraber olun."[1]

Arifler demişlerdir ki: Allah Teâlâ bir kulu sevince, onu bir sevdiğine sevk eder; dostlarını kendisine yoldaş eder.

Yolcularını Allah’a götüren bir tek yol vardır; o da Hz. Rasulullah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) başında bulunduğu “Edeb Yolu“dur.

Onun için Arifler: “Bu yola edeble girilir, edeble gidilir. Hedefteki her şeye edeble erilir. Edebi olmayan kimse yolda kalır.” demişlerdir.

Edeb, her şeyi gereği gibi yapmaktır. Bunun yolu da, bütün fikir ve fiillerde edeb peygamberi, peygamberlerin serveri Hz. Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimize uymaktır.

Mürşidi kâmilin kapısı dost kapısıdır; dikkat edelim, dostlar sevgi ve edeb bekler. Sevgisi safi olmayanlar ya yolda kalır, ya gerisin geriye döner. 

Edebine göre yapılmayan şeyler, ne kadar çok olursa olsun fayda sağlamaz; kârı zararını kapatmaz. İnsan bir işin usulüne göre gitmez ise, o işte ömrünü verse hayırlı bir sonuç alamaz. Başta yapılan hata, arada tevbe edilip düzeltilmez ise, sonuçta pişmanlık ve hayıflanma getirir. 

Her şeyden önce Kamil bir mürşidi ziyaret etmek, Hz Peygamber’i ziyaret etmek gibidir. Çünkü mürşid, Onun varisidir. Bu ziyaretten maksat, Allah rızasına ulaşmak, kötülükten kaçmak, hasta kalbe ilaç, perişan gönle bir dost aramak, kısaca manevi bir hicret yapmaktır. 

Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz: “Fitneler etrafı sardığı bir zamanda ibadete yönelen kimse, sanki bana hicret etmiş gibidir.”[2] buyuruyor.

 

Bir mürşide giden kimse, fitneden kaçıp hak yolundaki cemaate koşmakta, isyandan kaçıp takvaya sarılmaktadır. Bu, Allah ve Resûlü için yapılmış bir hicret çeşididir. Bu hicretin sonu Allah rızasıdır. 

Seyyid Muhammed Raşid (k.s) hazretleri:  ‘’Allah dostluğu nedir iyi bilenler, bu yolun ne kadar faydalı olduğunu çok iyi bilirler.‘’ buyurmuştur. 

Kâmil mürşid yeryüzünde en şerefli, en kıymetli, en gerekli ve en zor işi üstlenmiştir. O aynı zamanda en büyük bir emaneti taşımaktadır. Çünkü kâmil mürşid Hz Peygamber’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) varisi olarak takva imamlığını ve insanları terbiye işini yürütmektedir.

Mürşide gitmenin en önemli hedefi, bu iman ve irfan kervanına katılıp imanımızı muhafaza etmektir.

Büyük veli İmam Kuşeyri (k.s), mürşidin gerekliliği hakkında şöyle diyor: “Hakkı arayan kimse, bulunduğu yerde kendisini irşad edecek bir kimse bulamadığı zaman, irşadla görevli zamanının mürşidine gitmeli, onun bulunduğu yere hicret etmeli, yanında kalmalı, terbiye olup kendisine izin verilene kadar kapsından ayrılmamalıdır.”[3]

Takva yolunda imam olan bir arifi sevmek ve Allah’ın himayesi altına girmeye sebep olur.  Şu hadis-i şerifteki müjdeye bakınız: “Kim Allah yolundaki bir imamı desteklemek ve yüceltmek için yanına giderse, o kimse Allah’ın himayesinde olur; bu uğurda göreceği her sıkıntının sevabını Allah verir.”[4]

Gavs-ı Bilvânisî Seyyid Abdülhakim el Hüseyn-î (k.s.) hazretleri ise şöyle buyurmuştur: ‘’Bir insan düzgün bir (nafile) ibadetle elli yılda alacağını, mürşidin elini tuttuğu zaman alır.‘’

Başka bir sohbetinde ise Gavs-ı Bilvânisî Seyyid Abdülhakim (k.s.) hazretleri: ‘’Evliyayı ziyaret etmek, fakirler ve miskinler için hacc-ı ekberdir‘’ buyuruyor.

Menkıbe

Dr. Ahmet Çağıl anlatıyor: Mübarek Gavs Seyyid Abdülhakim (k.s) hazretleri bir gün sohbetinde şöyle bu­yurdu: “Siirt'te, Tillo diye bir yer vardır, orada büyük medre­se var, eskiden beri orası âlimlerin yeri olmuş. Devamlı medreseler, âlimler, şeyhler buradan eksik olmamış. İşte Marifetnâme’nin sahibi İbrahim Hakkı Erzurumlu hazretle­ri, onun şeyhi İsmail Fakirullah hazretleri hep buradadır. Erzurumlu İbrahim Hakkı (k.s) hazretleri, şeyhi İsmail Fakirullah Fethullah (k.s) hazretlerinin dergâhının kapısına yazmış: "Bu, hacc-ı ekber kapısıdır." Yani buradan içeri girip de mübareği ziya­ret eden hacc-ı ekber yapmış gibi olur, diyor. Bunu söyle­yen cahil bir kimse değil. Âlimlerin büyüklerindendir.”[5]

Allah dostlarının huzuruna girip kalbi İlahî muhabbetle dolan bir kimsede, günahlardan şiddetle kaçınma duygusu ve ibadetleri tatlılıkla yapma arzusu oluşur. Bu büyüklerin meclisine katılan insanın ruhu sevinir, kalbi rahatlar, gönlü huzurla dolar. İnsan Rabbü’l Âlemin’e kulluk yapmanın sevincini yaşar. İşte bu, Sâdâtların elinden tutmanın bereketiyle Allah Teâlâ’nın kuluna ikram ettiği bir hâldir. Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’e varis olan bu Allah dostlarının eli, Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in elini temsil etmektedir. Onlara tutunan kimse hiç kopmayan nurlu bir halkaya tutunmuş olmaktadır.

Şah-ı Nakşibend (k.s) bu manada şöyle buyurmuştur: "Bizim yolumuz urvetü'l-vüskâdır."[6]

Kâmil mürşidlerin sadece duasını almak için değil, onlarda bulunan güzel ahlakı almak için yanlarına gitmelidir. Hak yolcusu mürşidinde gördüğü edeb, zikir, taat, tevazu, hürmet, nezaket, insan sevgisi, sabır, kusurları örtmek ve affetmek, yumuşaklık, ikram ve hizmet ahlakından az da olsa almalıdır. Susuz bir kimsenin tatlı bir su kenarına varıp hiç su almadan geri dönmesi ne kadar acıdır.

Veli, kendisini öveni değil, izinden gideni sever. Kendisine verilmiş olan ilahi nur ve edebin herkes tarafından paylaşılmasını ister. Allah dostları talebelerinden hediye değil, Allah’tan hayâ ve O’na dostluk yapmalarını beklerler.

Şu bir hakikat ki; evliyanın ahlakından bir pay sahibi olmadan onların gerçek tadını alamayız. Mesleğimiz ne olursa olsun, makam olarak hangi hâlde olursak olalım, onlara kalbimizi açmalıyız. Bu büyük velilerle beraber olan kimseye onlardan muhakkak güzel bir hâl bulaşır. Bu güzel hâller, sevgi ve samimiyete göre değişir. Onlarla bulunmaya sabreden kimse, kesinlikle bunun bereketini görür. Bunun için samimiyet, sabır ve mürşidin sohbetine devam gerekir. Bu konuda Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Salih insanlarla beraber bulunan kimse güzel koku satanla beraber olan kimseye benzer. Güzel koku satan kimse kokusundan ona ikram eder. O hiç bir koku almasa bile, onun yanında durduğu sürece ondaki güzel kokuyu teneffüs eder ve koku üzerine siner. Kötülerle bulunmak da körükçü dükkânında oturmak gibidir. Orada bulunan kimse elini hiç kömüre bulaştırmasa bile, oradaki pis havadan bir parça üzerine siner.“[7]

Bu, İlahî bir kanundur, hep böyle cereyan eder. Önceki insanlar, kendilerine edep öğretecek ve kalplerini Allah’a çevirecek bir mürşid bulmak için memleket memleket dolaşırlardı. Kalblerinin ilacını bulana kadar manevi doktor ararlardı. Ehlini bulunca da, Allah’a şükreder, sadakatle onun sohbetine girer, elinden tutar, emir ve tavsiyelerine uygun hareket ederlerdi.

Osman Bedreddin Erzurumî (k.s.) hazretleri şöyle buyurmuştur: ‘’Allah dostlarının yanına gidip gelmemek, ötede beride boş şeylerle ömrü geçirmek, kulun Cenâb-ı Hak’tan kopmasının bir alâmeti olduğu gibi bu hal, Cenâb-ı Hakk’ın da kulundan uzaklaştığının belirtisidir.’’[8]

 

Menkıbe

Abdurrahman Câmi Hazretleri (k.s) “Nefahatü’l-Üns” isimli eserinin mukaddimesinde şöyle buyurmuştur: “Evladım! Ben sana bu “Nefahatü’l-Üns” içinde pek çok velinin kemâlât ve faziletini anlatıyorum. Sen bunları okuyunca şöyle düşünebilirsin: “Ben bunlar gibi olamam!” Hatta: “Bunca yıldır, tekkeye giderim; ne elde ettim?” diyebilirsin. Ben sana şunu söylemeye çalışıyorum: Sen ulu zatlar gibi elbette olamazsın. O azizleri tanıdıktan sonra kendine değer biçemezsin. Ancak gurur ve kibirden kurtulabilir, günahlarına gözyaşı dökersin. Bu da sana yeter, güzel insan olmana ve cehennemden uzaklaşmana sebep olur, daha ne istiyorsun?”[9]

Dr. Ahmed Çağıl der ki: "Bu yoldan fayda görmek istiyorsak mürşid ziyaretini terk etmeyelim. Bu bizim için biraz meşakkatlidir, ama sonuç iyidir. Ailenizi, çocuklarınızı da bu ziyaretten mahrum etmeyin; özellikle çocuklar günahları olmadığı için çabuk fayda görürler."

Ebu Osman el-Mağribî (k.s) ise şöyle der: "Büyüklerin yanında ve evliyadan sâdât-ı kiramın meclisindeki edep, sahibini yüksek derecelere, dünya ve ahirette pek çok hayırlara ulaştırır’’ [10]

Gavs-ı Sânî (k.s) hazretleri ise bir sohbetlerinde şöyle buyurmuştur: ‘’Bir sofi muhabbet ehli olmasa dahi edeb ve adaba riayet ederse sâdâtlar onu bırakmaz.’’

 

Mürşidin Huzurundaki Edebler

 

Her mü’min önce, ziyaret için gittiği mürşid-i kâmili, Allah ve Resûlü’nün bir emaneti olarak görmeli, Ona karşı yapacağı hürmetin, aslında Allah ve Resûlü’ne yapılan bir hürmet çeşidi olduğunu bilmelidir

 

Herkes, kalbindeki Allah ve Peygamber aşkını, kendisindeki edeb ve hürmet anlayışını, velilere karşı tavrıyla ölçebilir. Bir insan, kendi zamanında yaşayan kâmil mürşidlere ve Rabbânî âlimlere ne derece hürmet ve edeb gösterebiliyorsa, onun Hz. Peygamber’e karşı yapabileceği hürmet de ancak o kadardır. Bu bir ölçüdür.

Menkıbe

 

Abdülkays kabilesinden bir gurup insan Hz. Rasûlullah'ı (sallallâhu aleyhi ve sellem) ziyarete geldiler. Başlarında reis olarak Münzir el-Esec (r.a) bulunuyordu. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir gün evvel onların geleceğini ashabına haber vermiş ve kendilerini hayırla anmıştı. Kafile Medine'ye gelince, yolcular hızlıca bineklerinden inip hemen Mescid-i Nebevi'ye koştular.

Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz oturuyordu; geldiler elini öptüler. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) hepsini güzelce karşıladı; hatırlarını sordu.

 

Kafile başkanı Münzir el-Esec (r.a) ise kafilenin yanında idi. Yükleri yerleştirdi, hayvanları bağladı. Acele etmedi. Önce kafileye tahsis edilen konaklama yerinde bir gusül abdesti aldı. Elbise koyduğu sandığı açtı; içinden temiz ve beyaz elbiselerini çıkarıp giyindi. Sonra mescide girdi, iki rekât namaz kıldı, dua etti. Duadan sonra kalkıp huşû, edep ve sükûnet içinde Hz. Resûlullah'a doğru yürüdü.

 

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir tarafına yaslanmış ve ayağının birisini dikmiş bir şekilde oturuyordu. Onun bu edeb ye huşû içinde geldiğini görünce oturduğu yerde doğruldu ve ayağını topladı “Buraya gel ey Esec!" diyerek yanına çağırdı, sağ tarafına oturttu, merhaba etti ve kendisine iltifatta bulundu.

 

Bu davranışı ile onun diğerlerinden daha faziletli olduğunu gösterdi. Münzir el-Esec (r.a), Allah Resûlü'nün elini tuttu ve Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Ey Münzir, sende Allah ve Resûlü’nün sevdiği iki haslet var. Onlar, hilim ve sükûnetle hareket etmektir.” buyurdu.

 

Münzir (r.a): “Ya Resûlallah! O hasletleri ben mi kazandım, yoksa fıtratıma Allah mı koydu?” diye sorunca,

 

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Onları senin fıtratına Allah koydu.” buyurdu.

 

Bunun üzerine Münzir (r.a): “Allah ve Resûlü’nün sevdiği iki hasleti benim fıtratıma koyan Allah'a hamdolsun.” dedi.

 

Bu hadise, yüksek makamlara karşı nasıl muamele edileceğini çok güzel ve yeterli bir şekilde bizlere gösteriyor.

 

Şimdi, biz de bu hadiseler ışığında, Peygamber varisi bir mürşid-i kâmili ziyaret ederken, dikkat edeceğimiz edepleri kısaca zikredeceğiz.

 

Herkesin terbiye seviyesi edebiyle anlaşılır. Özellikle kalbi Allah Teâlâ’nın nazar yeri ve manevi Kâbe hükmünde olan kâmil mürşidi ziyaret anında edebe çok dikkat etmelidir. Bu şerefli makamda ve yüksek huzurda gerekli edebler iyice bilinmelidir.

        

Abdestli Olmak ve Temiz Giyinmek

      

Kâmil insanı ziyaret ederken, taşıdıkları İlahî şerefe hürmeten abdest almak gereklidir. Mümkünse gusül abdesti almalıdır. Bir mürşidin eli zaruret anında abdestsiz olarak öpülebilir, Yoksa abdest için imkân ve zaman varken lakayt bir şekilde mürşidin elini öpüp geçmek edebe uygun değildir. İhmale dayanan bütün davranışlar müridi ve talebeyi zarara sokar. Edebi hafife almak kalbi dağıtır, faydayı azaltır, feyzi keser. Hâlbuki muhabbet gevşeklik değil, edep ister. Edep zillet değil, izzettir.

          

Bu yolun büyükleri, mürşid ve üstatlarını ziyaret anındaki edeplere çok dikkat ederlerdi. Onları büyük eden de zaten bu edepleriydi.

            

Ebu Ali ed-Dakkak (r.ah.) şöyle demiştir: “Ben, mürşidim Nasrabâdî’nin huzuruna her girdiğimde muhakkak bir gusül abdesti alırdım.’’[11]

           

Mürşidin huzuruna temiz bir kıyafetle çıkmalıdır. Zira Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurur: “Allah Teâlâ temizdir; ancak temiz olanları kabul eder.” [12]; “Allah güzeldir; güzelliği sever.” [13]

        

Kirli, paslı, yırtık, dağınık bir kıyafet ile mürşid huzuruna çıkmak edebe uygun değildir. Giyilen elbise eski olabilir, fakat kirli ve pis kokulu olmamalıdır. Mümkünse beyaz elbise tercih edilmelidir. Kaba desenli ve karışık renkli elbiselerden sakınmalıdır. Vücut, saç ve sakal temizliğine özen göstermelidir. Varsa hafif ve güzel koku sürünmelidir. Ağızda soğan, sarımsak ve aşırı sigara kokusu bulunmamalıdır. Bu tür kokusu rahatsız edici maddeleri kullananlar, ibadet ve ziyaret sırsında ağızlarını temizlemeli, mürşidini ve müminleri rahatsız etmemelidir. Sofi sadeliği sevmeli, içini de dışı gibi temiz, sade ve düzenli yapmalıdır.

        

Sâdât-ı Kiram, müridlerin dışından çok içlerinin ve kalblerinin temiz olmasını isterler. Kalbi kin, haset, gösteriş, kendini beğenme, aşırı dünya muhabbeti ile kirlenmiş kimselerin, dış giysilerini tertemiz etmesini ve görüntü ile yetinmesini ihlâs ve mertliğe uygun görmezler.  

 

Ayağa Kalkmak ve El Öpmek

         

“Ashab-ı Kiram (r.anhüm) yaş ve faziletçe büyük olanların elini öpmeyi sünnet olarak görüyorlardı.”[14] Anne-babaya, âlime, mürşide, salih insanlara ve adil idarecilere hürmet edip ayağa kalkmak müstehaptır.[15]

             

Özellikle kâmil mürşide son derece hürmet göstermelidir. Bu hürmet onun şahsından ziyade takvasınadır. Kâmil mürşid, her yönden hürmet ve saygıya layıktır. Çünkü o takvaya ulaşmış bir Allah dostudur ve edep yolunda bir imamdır. Ayrıca müridin terbiyesini üstlenmiş manevi bir babadır. O aynı zamanda helali haramı öğreten bir âlimdir. Gece gündüz Allah Teâlâ’ya ihlâsla kulluk eden salih bir insandır. Allah sevgisinde kaybolmuş bir Hakk adamıdır. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in varisidir.

       

Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz büyüklere karşı tavrımızı şöyle belirlemiştir: “Büyüğümüzü (hürmetle) yüceltmeyen, küçüğümüze merhamet göstermeyen, âlimimizin hakkını bilmeyen bizden değildir.”[16]

                

Mürşid içeri girince veya yanımıza gelince ayağa kalkılır. Elini öpmek için durum uygunsa bir izdiham yapmadan edeple yanına yaklaşılır. Oturuyorsa diz çökerek, ayakta ise hafifçe boyun bükerek eli nezaket ve sükûnetle bir defa öpülür. Kendisine sırt dönmeden geri geri giderek huzurdan çıkılır. Mürşid ziyaret edilirken veya kendisiyle konuşulurken, edeb ve heybetten dolayı karşısında hafifçe boyun eğilse de, beli kırıp iki büklüm olmaya gerek yoktur. Hele ayağa kapanmak, etek öpmek, cübbeye asılmak, mürşidi yüzüne karşı övmeye kalkmak, yağcılık yapmak gibi hareketlerden kesinlikle sakınmak gerekir. Kâmil mürşidin derdi müridlerine el öptürmek değil edep öğretmektir. Eğer insandaki kibri ve benliği yok etmek için edepten daha güzel bir şey olsaydı, mürşidler muhakkak onu tercih ederlerdi.

         

Menkıbe

 

Bir gün İmâm-ı Âzam (rah.) hocası İmam Cafer-i Sadık (r.a) hazretlerinden ilim ve hadis dinlemeye gelmişti. Hocası elinde bir asa ile çıkageldi. İmâm-ı Âzam (rah.),

 

- Ey Resûllah’ın (s.a.v) evladı, siz henüz asaya ihtiyaç duyacak bir yaşta değilsiniz,  dedi. Cafer-i Sadık (r.a),

 

- Evet dediğin gibidir, fakat bu elimdeki asâ Hz. Resûllah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) asâsıdır; onu bereket için yanımda taşıyorum, dedi. İmâm-ı Âzam (r.ah), hemen ileri atılıp bastona sarıldı ve,

 

- Ey Resûllah’ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) evladı, müsaade buyurun, onu öpeyim, dedi. Cafer-i Sadık (r.a.) hemen kolunu açtı ve İmâm-ı Âzam (r.ah) göstererek,

 

Vallahi sen bilirsin ki bu ten Hz. Peygamber’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) hücrelerini taşıyan bir tendir ve şu gördüğün kıllarda onun kılındandır. Onu öpmüyorsun da asâyı mı öpmek istiyorsun, dedi.[17]

            

Sükûnet ve Tevazu

                 

Kâmil mürşidi ziyaret anında gereken en önemli edeplerden birisi de, sükûnet, sessizlik ve kalp uyanıklığıdır. Mürşidin bulunduğu meclise giren kimse, onun nazarları altına girmiş durumdadır. Bundan sonra var gücüyle edebe sarılıp mürşidin kalbindeki nur ve muhabbete yönelmelidir.

 

Mürşidin huzurundaki bu mühim edepleri, Seyyid İbrahim Fasih (k.s), şöyle açıklamaktadır: “İlahi feyzin gelişi, mürşidin huzurundaki edepleri korumaya bağlıdır. Bu edepler zahiri ve batıni olmak üzere iki kısımdır. Zahiri edep, müridin vücut azaları ile koruyacağı edeplerdir. Bu edepler şunlardır: Mürid, mürşidinin huzurunda otururken devamlı onun yüzüne bakmamalıdır. Boynunu bükerek oturmalıdır. Mürid, mürşidin izni olmadan oturmamalı, müsaade edilmeden konuşmaya, kendiliğinden soru sormaya başlamamalıdır. Ancak hatme sırasında içeri giren kimse izin almadan oturur. Mürşidin huzurunda başkalarına iltifat etmemeli, konuşmayı gerektirecek bir zaruret yokken yanındakilerle konuşmaya, hâl-hatır sormaya yönelmemelidir. Mürşidin yanındaki kimseler, ileri seviyedeki kimseler olsa bile, rağbetini sadece mürşide yöneltmelidir.

Mürşidin huzurunda bulunurken dikkat edilecek batınî edeplerin en önemlileri şunlardır: Mürid, mürşidinin huzurunda bulunurken kalbinde yersiz düşünceler ve vesveseler olmamalı, gelirse onlara iltifat etmemelidir. Mürşidini imtihan etme, içinden ona karşı gelme ve itiraz etme gibi düşünceler taşımamalıdır. Bunlar onun, mürşidin kalbinden ve gözünden düşmesine sebep olur. Böylece mürşidin teveccüh ve sevgisinden mahrum kalır. Allah’ın veli kullarının nefretini çekecek şeylerden şiddetle sakınmalıdır. Allah Teâlâ’nın nazar mahalli olan bir gönülden düşmek, gökyüzünden yere düşmekten daha tehlikelidir, denmiştir.

              

Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz, nefis ve şeytandan kaynaklanan kötü düşüncelerin konuşulmadığı ve onlarla amel edilmediği müddetçe affedildiğini müjdelemiştir. [18]

                 

Ashaptan bazıları Allah Resûlüne (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelerek: “Ey Allah’ın Resûlü! İçimize öyle kötü düşünceler geliyor ki, gökten düşüp parçalanmak onları söylemekten daha iyidir; bunun sebebi nedir? diye sordular, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem): “Bu kalbinizdeki imandan kaynaklanıyor” [19] buyurdu.

 

Mürşid, kendisinden feyiz talep edilmesini bekler. Mürid kendi eksikliğinden dolay mürşidinden bizzat feyiz alamasa da, güzel zannını bozmamalı, itikadını güzel tutmalı, kusurun kendinden kaynaklandığını bilmeli ve sabırla beklemelidir. Bu kadarı bile yeterlidir.”[20]

                           

Hz. Mevlana (k.s) şöyle buyurmuş: ‘’Kâmil mürşidle beraber olunca kötülüklerden uzaksın… Gece gündüz gitmektesin; gemidesin. Canlar bağışlayan cana sığınmışsın, gemiye girmiş, uyuyorsun; öyle olduğu halde yol almaktasın!’’[21]

    

Kalbiyle Mürşide Yönelmek

           

Mürid, kendisini ölümcül bir hastalığa yakalanmış kabul etmeli ve ilacının mürşidinde olduğunu bilmelidir. Öyle olunca bütün kalp ve ümidiyle yönelmesi gereken tek makam mürşidi olacaktır. Çünkü takdir edilen şifa müride onun vasıtasıyla gelecektir. Gönlünü bir noktada toplayamayan kimse gerçek manada hiçbir mürşidden istifade edemez

         

Menkıbe

     

Merhum Seyyid Muhammed Raşid (k.s) hazretleri, bir sohbetlerinde kalbi kendi mürşidinde toplamakla ilgili şu olayı nakletmişti: Gavs-i Hizanî Hz.leri (k.s) bir sofisin yanına alarak mürşidi Seyyid Taha’nın (k.s) ziyaretine gittiler. O zaman Seyyid Taha (k.s) hayatta idi. Hakkâri’nin Nehri köyünde ikamet ediyordu. Köye yaklaştıklarında, o gün Seyyid Taha’nın (k.s) teveccüh yapacağını öğrendiler. Gavs-i Hizani (k.s) buna çok sevindi. Seyyid Taha gibi bir zatın teveccühüne gireceğiz ne mutlu bize dedi ve yanındaki sofiye teveccühle ilgili bilgiler verdi, nasıl hareket edileceğini anlattı, peşinden de: “Sabah bir şey yiyip içme, çünkü teveccühe aç karınla girilir.” dedi. Köye vardılar. Herkes teveccüh için hazırlık yapmaya başlamıştı. Gavs-i Hizani’nin sofisi ise heybesinden bir şeyler çıkarıp yemeye başladı. Bunu gören Gavs-i Hizani (k.s) sofisine: “Ben sana teveccühe girerken bir şey yenmeyecek demedim mi, sen ne yapıyorsun, sanki inadına yiyorsun!” deyince, sofi: “Kurban siz teveccühe girenler bir şey yemezler buyurdunuz. Ben teveccühe girmeyeceğim ki bir şey yemeyeyim. Seyyid Taha Hazretleri sizin şeyhinizdir, siz onun teveccühüne girebilirsiniz. Benim şeyhim ise sizsiniz, ben ancak sizin teveccühünüze girerim!” diye cevap verdi. Gavs-i Hizani (k.s) sofisinin bu edep ve ince anlayışından çok memnun kaldı. Daha sonra ben, bu sofisinin isminin Ali Can olduğunu öğrendim.”

                  

Büyük veli İmam Sühreverdi (k.s), mürşid huzurundaki en kazançlı işi şöyle tarif ediyor: “Mürid, mürşidinin huzurunda ona nazar ederek ondaki nûraniyet içinde kaybolmaya çalışmalı ve Cenab-ı Hakk’ın ona ikram ettiği İlahî ihsanlara gönlünü açmalıdır. Bu onun için her şeyden daha kazançlıdır.“ [22]

                                           

Şu ayet-i kerime, her mümine, âlim ve salihlerin meclisinde nasıl hareket edeceklerini öğretmektedir: “Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinden yüksek çıkarmayın. Onu, birbirinizi çağırır gibi çağırmayın; yoksa hiç haberiniz olmadan hayır amelleriniz boşa gider. Şayet onlar, sen yanlarına çıkana kadar sabretselerdi, kendileri için daha hayırlı olurdu.“[23]

          

Arifler bu ayetten, müridin dikkat edeceği pek çok edep ortaya çıkarmışlardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

                

Mürid, mürşidi konuşurken ve yürürken izinsiz veya emirsiz önüne geçmemelidir. Mürid, mürşidinden izinsiz veya işaretsiz söze başlamamalı, mürşidinin tavrına dikkat etmeli, onu konuşmaya zorlamamalıdır. Mürid, dini ve dünyası ile ilgili ciddi bir iş yaparken mürşidine danışmalıdır. Mürşidle bir konuyu istişare ettikten sonra onun açıkça yapılmasını istediği şeyleri yerine getirmelidir. Çok soru sormanın çok yük getireceğini unutmamalıdır.

                     

Mürşide gerekli gereksiz sık sık soru sormak sakıncalıdır. Verilecek her cevap müridin istediği gibi olmayabilir. Bu durumda soru sorup da aksine gitme ve yanlış yapma tehlikesine girmemelidir. Çok soru sormak her zaman güzel sonuç vermez. Her sorunun bir cevap hakkı olduğu gibi, her cevabın da gereğini yapma görevi vardır. Mürşidine danıştıktan sonra onun verdiği emrin tersine gidenlerin yüzü gülmemiştir. Şu hadis-i şerifin uyarsına dikkat edilmelidir:

                 

“Ben sizi terk ettiğim (size bir şey söylemediğim) müddetçe beni kendi hâlime bırakınız. Size bir şey söylediğim zaman da onu yapınız. Sizden öncekiler ancak peygamberlerine çokça soru sorup verilen cevaba ters hareket etmeleri sebebiyle helak oldular.” [24] 

         

Menkıbe

 

Gavs-ı Bilvanisi (k.s) hazretleri zamanında oğlunu evlendirecek bir baba vardı. Alacakları gelin hususunda, iki kız kardeşten hangisi olsun diye tereddüt etti. Oğlu, küçük kızı istiyordu.

 

Baba, Gavs-ı Bilvanisi (k.s) hazretlerine fikir danıştı.

 

“Küçük kızı alın. Hem oğlun memnun kalır, hem de siz mutlu olursunuz” buyurdu.

 

 Baba, “Ama efendim, büyük kızın şöyle meziyeti var” deyince

 

Gavs hazretleri, “Siz bilirsiniz” dedi. Onlar da bu sözü “İstediğinizi yapın” manasına aldılar. Büyük kıza talip oldular. Nikâh kıyıldı. Gelin eve geleceği gün öldü. Babanın aklı başından gitti. Şeyhi suçladı. Suç kimindi? Elbette şeyhin sözünü tutmayan babanın! [25]

             

Mürşidle konuşurken onun duyacağı kadar alçak bir sesle, hürmet ifade eden güzel kelimelerle az ve öz konuşmalıdır. Mürşide ismi ile değil, güzel bir sıfatı veya meşhur olduğu lakabı ile hitap etmelidir. Efendim, Kurbanım, Gavsım, Seydam, gibi...

           

Ziyaret veya istişare için en uygun vakit seçilmelidir. Mürşidin ziyaret ve istişare için belirlediği vakitlere dikkat etmelidir. Belirlenen vaktin haricinde kapısına yığılmaktan ve sık sık içeri haber göndermekten çekinmelidir.

          

Mürid, kendisine zuhur eden manevî halleri muhakkak mürşidine arz etmelidir. Büyükler: “Hâlini mürşidinden gizleyen kimse ona ihanet etmiş olur.” demişlerdir. Bundan daha tehlikelisi, mürşidinden başkasına hâlini anlatıp ondan medet ummaktır. Şunu bilmek gerekir: Manevî terbiyede müride kendi mürşidinden başka kimseden fayda olmaz, hatta zarar olur.

                 

Kendi Nefsiyle Meşgul Olmak

                

Şeytan müridi hak yolundan caydırmak ve kalbini kaydırmak için kâmil mürşidin zahirine baktırır, kendi nefsi ve hâliyle kıyas yaptırır ve peşinden de: “O da senin gibi bir insan, seni Allah’a o mu ulaştıracak?” şeklinde bir sürü vesvese verir. Bu tür düşünceler gerçek ilim ve irfanla aydınlanmayan gafil nefsin boş kuruntularıdır.

          

Terbiye olmanın ve ilerlemenin esası kendini kusurlu ve hasta görmektir. Benim kimseye ihtiyacım yok demek, insanı olduğu noktada bırakır. Gerçek bir mürşidi bulana kadar akıl kullanılmalıdır. İrşad işinde âlim, arif ve ehil olmayan kimseden şiddetle kaçılmalıdır. Ancak irşad ve takvası, edeb ve hayâsı ile kâmil mürşid olduğu güneş gibi açık olan bir arife ulaştıktan sonra, aklı ona itiraz için değil, itaat için kullanmalıdır.

           

Mütehassıs bir doktorun elinde tedavi gören bir hasta, artık niçin ve nasılı bırakıp kendisine verilen ilacını içmeli, doktorun tavsiyelerine uymalıdır. Akıl bunu gerektirir. Arifler demişlerdir ki, kendini salih gören kimsenin salihleri ziyaret etmesinin pek faydası olmaz.[26]

 

Kâmil Mürşidi Bulduğuna Sevinmek

   

Mürid, kâmil bir mürşid bulduğuna her şeyden çok sevinmelidir. İnsana dünya ve ahirette faydası olacak bir dostun nasip olması Allah Teâlâ’nın en büyük nimetlerinden birisidir. Allah için sevginin sonu Allah’ın rızasıdır. Ahirette, Allah için birbirini seven muttakilerin dışında herkes dünyada nefsi için dost ettiği kimselere düşman olur.

         

En çok hadis nakleden sahabi Ebû Hüreyre (r.a) salih kimseleri sevmek, onların gönlüne girmek hususunda şunları söyler: ‘’Kıyamet gününde kul, Allah Teâlâ’nın huzuruna getirilir.  Cenâb-ı Hak da ona ‘Benim için veli bir kulumu sevdim mi; seni onun hatırına bağışlayayım?’ diye sorar. Bu nedenle salih zatları seviniz, onların desteklerini alınız. Zira kıyamet gününde devlet onlarındır.” [27]

   

Mirza Mahzar Cân-ı Cânan (k.s) hazretleri “Bütün feyzlere, bütün nimetlere üstadıma olan sevgim sebebiyle kavuştum”[28] buyuruyor.

                    

İmam Rabbanî (k.s) hazretleri demiştir ki: ”Allah dostlarını sevmeyi Cenab-ı Hakk’ın en büyük nimetlerinden birisi saymalıdır. Cenab-ı Hakk’tan bu sevgide samimi olmayı istemelidir. Bu büyüklere bağlılık sebebiyle hâsıl olan az bir şey de çok kabul edilmelidir. Zira o, az değildir.”[29]

          

Bazen müridin güzel hâli değişir, muhabbeti azalır, feyzi kesilir, amele karşı şevki azalır. Bu durumda sabırla amele ve yola devam etmelidir. Bu hâl münafıklık değildir, belki manevi zayıflıktır. Benzer durumlar Ashab-ı Kiramda da oluyordu.

 

Menkıbe

 

Bir defasında ashabtan bazıları Resulullah Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) gelerek:

         

“Biz sizin huzurunuzda iken güzel bir hâlde oluyoruz, sizden ayrılınca farklı bir hâle giriyoruz.

              

Bu nasıl bir şeydir anlayamadık!” diye hâllerinden şikâyet ettiler. Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem):

       

“Siz bu hâller içinde Peygamberiniz hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sordu; onlar da:

                                     

“Seni gizli ve açık her hâlimizde hak peygamber olarak kabul ediyoruz, bu konuda hiç bir şüphemiz yok.” dediler. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Sizin başınıza gelen o hâl nifak değildir.”[30] 

               

Demek ki muhabbet Allah vergisidir. Kalplere dilediği gibi hükmeden Allah Teâlâ’dır. Müridin muhabbeti azalsa da mürşidine karşı itaat ve edebe devam etmelidir. Kâmil mürşidler, müridlerinden samimiyet ve edebi yeterli görürler.

             

Mürşidden Keramet Beklememek

    

Bazı müridler, mürşidden keramet beklerler ve onun kâmil bir veli olduğunu ancak bu yolla anlayacaklarını düşünürler. Bu yanlış bir beklentidir. Keramet beklentisi daha çok aklı ve iradesi zayıf insanların işidir. Teslim ve tabi olmak için keramet şart değildir. Mürşidde görülen takva, istikamet, edeb ve İlahî cezbe, aklı olanı cezbetmeye yeterlidir. Bir insanın kalbinin dünyadan çekilip Allah Teâlâ’ya yönelmesinden, eşyayı bırakıp Mevla’yı sevmesinden ve kötü bir huyunu terk etmesinden daha büyük bir keramet yoktur.[31] 

                

Elbette velilerde keramet vardır. Keramete inanmak haktır. Ancak, bir veliyi göstereceği kerameti ile değerlendirmek yanlıştır.

 

Menkıbe

 

Nakşibendî yolunun ulu velilerinden Hace Ubeydullah Ahrar (k.s) anlatıyor:

                

“Semerkant’ta beni müthiş bir göz ağrısı tuttu ve kırk gün devam etti. O sırada içime Hace Alâeddin Gucdevani’yi görmek arzusu düştü. Kendisinin büyüklüğünü ve üstün vasıflarını duymuş fakat saadetli yüzünü hiç görmemiştim. Bir gün Buhara’ya gittim ve yolumun üstündeki bir mescide girdim. Mescidin bir köşesinde nur yüzlü bir ihtiyar oturuyordu. Gönlüm bu ihtiyara kapıldı. Huzuruna vardım, üç gün sohbetine katıldım. Üçüncü gün bana bakıp:

         

“Kaç gündür gelip sohbetimize katılıyorsun, isteğin nedir? Eğer, bu adam şeyhtir kerametini göreyim diye geliyorsan bizde öyle şey arama! Eğer sohbetimizi beğendin de kendinde bir değişiklik hissediyorsan, sana ve bana mübarek olsun. Peşine düşülecek nimet budur.” buyurdu. Bir de anladım ki bu zat, hayali ile yanıp tutuştuğum Hace Alâeddin Gucdevani (k.s) hazretleri imiş. Bunu öğrenince öyle sevindim ki, kırk gündür ağrıyan gözlerimin acısı bir anda kesiliverdi.[32]

          

Mürşidden Bir Misafir Gibi İltifat Beklememek

       

Mürşide gidenlerin bir beklentisi de özel iltifat görmek, mürşidle sohbet ve muhabbet etmek, hususi meclisine girmek ve nazarları altında bol bol feyiz almak düşüncesidir. Bu arzu güzeldir, ancak iş müridin düşündüğü ve beklediği gibi olmayabilir. Her iltifat hayra alamet değildir. Bir kere, kâmil velinin gerçek iltifatına mazhar olmak ve bu iltifatın hakkını korumak kolay değildir. Bu yolda hiç terlemeden, yolun zahmetini çekmeden, dost için gözyaşı dökmeden karşılık beklemek hak değildir. Arifler, “çilesiz sevgi tatlı olmaz” demişlerdir.

  

Büyük veli Seyyid İbrahim Fasih Nakşibendî (k.s) bu hususa şöyle dikkat çekmiştir:

        

“Mürid, mürşidinin kendisine karşı yönelmesine ve iltifat etmesine aldanmamalı, hatta içinden bu özel muamelenin sona ermesini arzulamalıdır. Yani mürid, mürşidinden saygı ve hürmet beklememelidir. Çünkü mürşidin müridine karşı saygılı bir tavır takınması aslında helak edici bir durumun habercisidir. Zira mürşidin bir müride böyle davranması aslında onun sadık olmadığını bilmesinden ileri gelir. Bir mürşid, bazen müride sert davranıyor ve onun nefsini küçültecek davranışlara giriyorsa bu mürid için bir rahmettir. Çünkü mürşid onu gerçekten terbiyesine almıştır ve kendisiyle ilgilenmektedir. Öyleyse mürid bu duruma sabretmelidir. Herkes ayrı bir imtihan içinde olduğunu unutmasın.[33]

       

Gavsu’l-Azam Seyyid Abdulhakim el-Hüseyni (k.s) hazretleri bir sohbetinde şunları anlatmıştır:

           

“Biz Hazne’de bulunduğumuz sürece Şah-ı Hazne bize hiç iltifat etmezdi. Yanında bir ay kaldığım zaman bile ancak bir kaç kelam ederdi. Ben bu hâle çok üzülürdüm. Bir gün yine bu düşünce ile mahzun bir hâldeydim. O sırada Şah-ı Hazne bize şu sohbeti yaptı: “Mürşidin zahirdeki iltifatına gönül bağlayan kimsenin maneviyatta nasibi azdır. Müridin teslimiyeti tam olarak gerçekleşip feyiz ve himmet alabilme kabiliyetine sahip olduğu zaman mürşid, o müride zahiren iltifat etmez.”[34]

        

Mürid şunu iyi bilmelidir: Mürşidinin, kendisine karşı göstermiş olduğu tavır onun için ilaçtır. Mürşid, müridin manevi doktoru olması hasebiyle, onun tedavisini yapacak olan da odur. Onun hangi hastalığına hangi ilacın lazım olduğunu en iyi o bilir ve ona uygun tedaviyi uygular. Mürid, mürşidi kendisine nasıl davranırsa davransın, nefsi için lazım olanın o olduğunu, hayrının onda bulunduğunu kesin olarak bilmelidir. Mürşid, müridin keyfine göre davranırsa, nefsin hastalıkları nasıl tedavi olacaktır. Müridin mürşidinden ilgi, sevgi ve özel iltifat beklemesi bu yolda en büyük adapsızlıktır.

             

Mürşidin gönlüne girmenin ve kimseyle sıkışmadan onu ziyaret etmenin en güzel yolu, kalp yoludur.

  

Mürşid güneş gibidir; Allah Teâlâ’nın kendisine ikram ettiği nur, sevgi, feyiz ve rahmetle herkese yönelmiş durumdadır. Artık o ışıktan nasibini almak müride kalmaktadır. Bunun için mürid kalbini açmalı ve hasretle mürşidden gelecek İlahî nasibini beklemelidir.

 

Aslında her şey İlahî takdire bağlıdır. Kuluna dilediğini verecek olan Allah Teâlâ’dır. Mürşid İlahî taksimle belirlenen şeyleri yerine ulaştırmakla görevlidir. Mürid işin kader yönünü bilmekle sorumlu değildir. Ona gereken zahiri edeblere dikkat etmektir. Bir de maneviyat yolunda gayret ve himmetini yükseltmeli, aza kanaat etmemeli, Allah Teâlâ’dan daha fazla manevi ilim ve güzel ahlak istemelidir. Şu da unutulmasın ki Cenab-ı Hakk her şeyi bir ölçüyle vermekte, hikmetle yaratmaktadır.

 

Mürşid Ziyaretinden Dönüş Adabı

 

Bir mürid, mürşidini ziyarete gittiği zaman ondan izin almadan yanından ayrılmamalıdır. Gelmek irade ile fakat gitmek müsaade iledir. Bir arkadaş ve dostunu ziyarete gidince de bu edebe dikkat etmelidir. Bu konuda Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz, kardeşini ziyaret edip yanında oturduğu zaman, ondan izin almadan kalkıp gitmesin.“ [35]

 

Vakti müsait olup, tekkede uzun süre kalmaya niyetli olan kimseler kalmak için izin almalıdır. Hem amelden hem de hizmetten kaçan kimseler, tembelliği tercih ederek böyle yapıyorlarsa, hoş karşılanmazlar. Ziyareti uzun tutan kimseler, eğer bütün vakitlerini ibadet, ilim, zikir, hizmet ve hayırlı bir işle doldurabiliyor iseler, tekkede uzun süre kalmaktan zarar görmezler. Bir mekânın hakkı verilemez ise, oradan hemen ayrılmak gerekir. Ancak kendisine görev verilir ve ondan hizmet istenirse, kalmaya devam eder. Çünkü Allah için Allah dostlarına hizmet etmek, ibadettir.

 

Yolculuk yapan kimse konakladığı ve mola verdiği herhangi bir mekândan ayrılırken vakit uygunsa iki rekât namaz kılarak ayrılmalıdır. Bu namaz sünnettir. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz, konaklamak için inmiş olduğu her yerden iki rekât namaz kılarak ayrılırdı.“ [36]

 

Bu edebe Mekke-i Mükerreme’den ve Medine-i Münevvere’den ayrılırken de dikkat etmelidir.

 

Yoldan gelen kimsenin sıhhat ve afiyet içinde dönüş hakkı ve bir şükür olarak kardeşlerine bir şeyler ikram etmesi, dostlarına ziyafet çekmesi müstehabtır. Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem), Efendimiz Medine’ye geldiklerinde bir deve kurban etmiştir. [37]

 

Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz, bir yol dönüşünde ailesinin yanına geceleyin (geç vakit) gelmezdi. Gelişini ya sabaha ya da akşamdan önceye rast getirirdi. Seferden genelde kuşluk vakti dönerdi. Önce mescide uğrayıp iki rekât namaz kılar, biraz oturur, sonra hane-i saadetine teşrif ederdi. [38]

 

Nitekim Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) bu hususta şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz, seferden döndüğünde haber vermeden, aniden ailesinin yanına gece girmesin“[39] buyurmuştur.

 

Şartlarımız uygun olduğu sürece bu edeblere dikkat etmelidir. Bunda büyük bir fazilet ve sünneti ihya sevabı vardır. Ancak, kafilenin ve yolun durumuna göre, gece gündüz dönüş ve iniş saatleri değişebilir.

 

Mukaddes yerleri ve kâmil velileri ziyaretten maksat Allah Teâlâ’ya yaklaşmaktır.

 

Mürid, mürşidini ziyaret edip dönerken niyetini, kalbini, durumunu gözden geçirmelidir. Nasıl bir vaziyette gelip hangi hâlde geri döndüğünü düşünmelidir. Kazancının ne olduğuna bakmalıdır. Samimi olarak ziyaretinin tekrarını istemelidir. Ziyaretten sonra yönü memlekete dönse bile, gönlü mürşidinde ve onda gördüğü güzel hâllerde kalmalıdır.

 

Onu kendisine örnek alıp, biraz daha iyi ve samimi kulluk yapmaya niyetlenmelidir. Mürşidi ile bağını kuvvetlendirecek amellere sarılmalıdır. Onunla arasındaki güzel hukuku geliştirecek hizmetleri aramalıdır. Muhabbetini artıracak edebleri öğrenmeli, mürşidini sevindirecek vazifeleri üstlenmelidir. Döndüğü yerlerde, mürşidinin sadece adını değil, ondaki yüksek ahlakı bir derece olsun yaşayarak yaymaya çalışmalıdır.

 

Şu gerçek unutulmamalıdır: Hakiki mürid, milletin içinde mürşidi ile övünen kimse değildir. Asıl mürid, mürşidinin kendisiyle Allah’ın huzurunda övündüğü ve sevindiği kimsedir.

 

Allah Teâlâ, sadatların dua ve bereketiyle, büyüklerimizi en güzel şekliyle her daim ziyaret etmeyi ve onların meclislerinde azami derecede istifade görmeyi bizlere nasip eylesin inşallah. Âmin.

 



[1] Tevbe 119.

[2] Müslim, Fiten, 130; Tirmizi, Fiten, 31

[3] Kuşeyri, Risale, II, 742

[4] Hâkim, Müstedrek, II, 90. Zehebi de hadis için: Sahihtir demiştir. İbnu Hibban, Sahih No: 372 Ahmed,  Müsned, V, 241

[5] Yar ile Şimdi, Dr. Ahmet Çağıl, s.193

[6] Urvetü'l-vüskâ, Ku'ân-ı Kerîmde geçen bir ifadedir. Tutununca kopmayan ve sapasağlam olan kulp demektir. Konu ile ilgili âyete bk. Bakara, 2/256

[7] Buhari, Zebiha, 31; Müslim, Birr, 146; Ebu Davud, Edeb, 16

[8] Mürşid ve Mürid Hukuku, Mehmet Ildırar, s. 619, Gülzar-ı Samimî

[9] Hac ve Umrenin Fazileti, Mehmet Ildırar, s.59

[10] Sühreverdî, Avarif, 408. (Trc: Gerçek Tasavvuf, 528)

[11] Kuşeyri, Risale, II, 579

[12] Müslim, Zekat, 65; Tirmizi, Tefsiru Sure (2); 37

[13] Müslim, İman, 147, Tirmizi, Birr, 60. Hâkim, Müstedrek, I, 26

[14] Beyhaki, Sünen-i Kebir, VII, 101; Beğavi, Şerhu’s-Sünne, XII, 292

[15] Nevevi , et-Tibyan fi Adabi Hameleti’l-Kur’an, 117; Ayni, Umdetü’l-Kari, XV, 376

[16] Ahmed, Müsned, V, 323; Hakim, Müstedrek, I, 122; Aynı konuda biraz değişik lafızlarla diğer bir hadis için bkz: Ebu Davud,Edeb,58; Tirmizi, Birr

[17] Bk. Muhammed Besyûnî, es-Seyyide Fâtımatü’z-Zehrâ, s. 37.

[18] Buhari, Talak, 11; Müslim, İman, 201

[19] Müslim, İman, 211; Ebu Yala, Müsned, No: 4128; Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, I, 33

[20] İbrahim Fasih, Halidiyye Risalesi, 18-22

[21] Can Kulağını Aç Hz. Mevlana’dan Özlü Sözler, Âdem Sertel, s.243

[22] Sühreverdi, Gerçek Tasavvuf, 531

[23] Hucurat suresi ayet-2, 5

[24] Buhari, itisam, 2; Müslim, Hacc, 411; Tirmizi, İlim, 17; Nesai, Hacc, 1; İbnu Mace, Mukaddime, 1.

[25] Mürşid ve Mürid Hukuku, Mehmet Ildırar, s.206

[26] Şarani, Letaifü’l-Minen, I, 218.

[27] Hal Dili, A.Suat Demirtaş, Şa’rânî,Tenbîhü’l-Muğterrîn, s.40

[28] Yar ile Şimdi, Dr. Ahmet Çağıl, s.15

[29] İmam Rabbani, Mektubat, 142. Mektup.

[30] Ebu Yala, Müsned, VI, No:3369; Heysemi, Mecmau’z-Zevaid, I, 34; el-Makâsıdu’l-A’lâ , I, No:28 buyurdu.

[31] Kuşeyri, Risale, II,675,679;Şarani, Tabakatu’l-Kübra, II,7;el-Envaru’l-Kudsiyye, II, 20

[32] Şeyh Safi, Raşahat, 88. (Sadeleştiren: N. Fazıl)

[33] İbrahim Fasih, Halidiyye Risalesi, 22.

[34] Seyyid Abdulhakim el-Hüseyni’nin Hayatı, 29.

[35] Deylemi, Müsnedü’l-Firdevs, I,372.(No:1205); Münavi, Feyzü’l-Kadir, I,366.(Had. No:655.

[36] Münavi, Feyzü’l-Kadir, V, l9l (Had. No: 6923

[37] Ebu Davud, Etı’me, 4

[38] Buhari , Cihad, 198; Müslim, Tevbe, 53.

[39] Müslim, Umre, 56; Buhari, Umre, l6; Darimi,  İsti’zan, 3


Alıntı: kalpehli.com

Bu yazı 12731 defa okunmuştur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit

Tasavvuf

Tasavvuf İlminin Ortaya Çıkışı

Tasavvuf İlminin Ortaya Çıkışı Saadet Devri'nin en belirgin vasıflarının başında zühd, takva, tefekkür ve marifetullaha dayalı hayat tarzı gel...

TASAVVUFU KABUL ETMEYEN VEHHABİLERİN KENDİ ŞEYHLERİNİN TASAVVUFU VE SUFİLİĞİ KABUL ETMESİ !!!

TASAVVUFU KABUL ETMEYEN VEHHABİLERİN KENDİ ŞEYHLERİNİN TASAVVUFU VE SUFİLİĞİ KABUL ETMESİ !!! TASAVVUFU KABUL ETMEYEN VEHHABİLERİN KENDİ ŞEYHLERİNİN TASAVVUFU VE SUFİLİĞİ KABUL ETMESİ !!!

SÖZLÜK

Söz ve Resim
NİYET, ALLAH RIZASI İÇİN OLURSA AMELLER MAKBUL OLUR, DEĞİLSE OLMAZ.

GAVS-I SANİ HZ.

BAZI LİNKLER

(c) 2016 www.husamiler.org / Mersin
RSS Kaynağı | Yazar Girişi | Yazarlık Başvurusu

Alt Yapy: MyDesign - Dizayn ve Hosting: Ri-Mer Bili?im