Kadiri Hüsamiler Web Sitesi..
ANASAYFA SİTEDE ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE SORU SORUN? İLETİŞİM

CANLI YAYIN İZLEYİN...

 
 

ANKET

Yeni web sitemizi nasıl buldunuz?





Tüm Anketler

SİTEDE ARA


Gelişmiş Arama

SİTEMİZE ZİYARETLER!

 
Bugün Tekil77 
Bugün Çoğul184 
Toplam Tekil 389452 
Toplam Çoğul475186 
Ip 185.50.70.3
Sofilerin Davet Usulü ve Islah Metodu

Sofilerin Davet Usulü ve Islah Metodu

Tarih 05 Ocak 2012, 07:18 Editör ihsan Kaya

Sofilik Hz. Peygamber(s.a.v) sünnet ve meşrebine göre yaşamak ve yaymaktır.

SOFİLERİN DAVET USULÜ VE ISLAH METODU

Allah’u Teala kuru toprakları yağmur ile canlandırıp yeşerttiği gibi; manen ölü kalpleri de nuru ile diriltir. Bu ilahî nur, ulaştığı yerleri ve beldeleri âbad eder; insanı melekleştirir, kalpten çirkinlikleri giderir, ruhu güzelleştirir, hak ile batılı seçtirir, kulu taata koşturur, sönmeye yüz tutmuş azimleri coşturur, zorlukları kolaylaştırır, hayat nur ve rahmetle dolar.

Bütün peygamberler(aleyhimüsselam),insanlığa bu nur ile gönderilmişlerdir. Allah’ın izniyle bu nurla kalpleri terbiye ve tezkiye etmişlerdir. İlahî davetin esası bu nurdur. Hidayet, marifet, teslimiyet, taat ve irşat bu nur ile olmaktadır.

Allah’u Teala, kalplerin ilacı olan bu nuru bize Resulullah (s.a.v) Efendimiz ile göndermiştir. Onun her şeyini bir nur yapmıştır. Efendimiz (s.a.v), Yüce Allah’ın: “Resûlüm! Biz seni ancak alemlere bir rahmet olarak gönderdik.“ [122]iltifatına mazhar olmuştur.

Resulullah Efendimiz (s.a.v.)’in risalet görevi ile, kendisine inanan müminler, hakikatte O’nun terbiyesine altına girmiş oluyorlardı. Peygamber Efendimiz Ashab-ı Kiramı irşad ediyor, onlara yol gösteriyordu.

Unutulmamalıdır ki, Efendimiz (s.a.v) bütün insanlığa bir rahmettir. Özellikle müminlere ilahî bir ikramdır. Nimetin sahibi Yüce Rabbimiz onu bize şöyle tanıtır:

“Andolsun Allah, müminlere, içlerinden kendilerine ayetlerini okuyan, onları (küfür, nifak ve isyan kirlerinden) temizleyen, kendilerine kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle ne büyük bir iyilikte bulunmuştur. Halbuki onlar daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.“ [123]

“Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Seni,Allah’ın izniyle O’na çağıran bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak görevlendirdik. Müminlere Allah’tan büyük bir lutfa ereceklerini müjdele! “ [124]

“Sen onların içinde bulunduğun sürece Allah onlara azap edecek değildir. Onlar istiğfar ettikleri sürece de Allah kendilerine azap etmeyecektir.“ [125]

Allah’u Teala, Resulullah (s.a.v) Efendimizle bütün aleme ve hususiyle müminlere en büyük iyiliği, en açık tecelliyi, en şifalı tedaviyi yapmış, onu saadetin ve cennetin vesilesi kılmıştır. Onunla kainata yayılan rahmet kesilmemiştir. Açtığı nurlu yol kapanmamıştır. Onun davet ve irşadı önemini yitirmemiştir. Saadetli kalbinden yayılan nur, aşk ve edep sönmemiştir. Kıyamete kadar da bu nur, nasibi olanları aydınlatmaya, aşıklarını ağlatmaya, huzur arayan kalplere safa, buhran içinde kıvranan cemiyetlere şifa olmaya devam edecektir. Bütün kulların ve kainatın ilacı budur.

Efendimiz (s.a.v.) hem risaletin sahibi hem de velâyetin öncüsüydü. Risaletinde hem nübüvvet hem de velâyet olduğundan, beşeriyeti terbiye ederken, hutbe okurken, sohbet ederken, hayatın tüm hallerinde sadece ilâhi hükümleri tebliğ etmekle kalmıyor, aynı zamanda Ashab-ı Kiramı tezkiye ediyordu.

Rabbimiz Teâla şöyle buyuruyor:

“Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitabı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resul gönderdik.“ [126]

O’nun irşadıyla; en uzağından en yakınına, O’nu bir defa göreninden bin defa görenine kadar bütün ashabı, Nur-u Muhammedî ile aydınlanıyordu.

Seçilmişlerin efendisi ve alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz(s.a.v)’in tebliğ ve irşattaki ikna edici mucizeleri ve yaratılmışların ahlak bakımından en yüce bir durumda olması,Allah’u Teala’nın kulları üzerindeki en büyük rahmeti olmuştur.

Yüce Rabbini inkar ve O’nun emirlerini ihmal ederek, madde ve menfaat hedefi üzere kurulmuş hiçbir sistem, Allah’ın halifesi olacak sıfat ve kıvamda yaratılmış insana yetmeyecektir. Hayatı ve ölümü yaratanı bırakıp da maddeye tapan beşeriyet, her iki dünyada da gülemeyecektir. İnsanlığın saadeti nefret ve inkar değil, sevgi ve imandır. Saadet olacak sevgi; ebedî olanıdır. Bunu alacağımız tek kaynak, Hz. Resulullah(s.a.v)’dir. Kendisinden sonra bu ilacın dağıtımını Rabbanî alimler, kamil mürşitler yapmaktadır.

Bu iş nasıl olur? Ebu l-Hasen Ali en-Nedvî, bunu şöyle anlatıyor:

“Şüphesiz, ihsan ve batınî fıkıh mertebesine ulaşmış, tezkiye edilmiş nefis sahibi kamil mürşitler olmasaydı, Müslümanlar, iman ve ruh bakımından çoktan çöker, zalim ve azgın materyalizm dalgası şu Ümmet-i Muhammed’in imanından kalan kalıntıyı da çoktan yutardı. Kalplerin Allah’la, hayatın ruhla, cemiyetin ahlakla olan irtibat ve ilgisi çoktan zayıflardı. Samimiyet ve hasbilik hepten kaybolurdu. Batınî hastalıklar iyice yayılır, kalp ve nefisler onulmaz hastalıklara yakalanır, doktor da bulunamazdı. insanlar dünyaya dört elle sarılır, ilim erbabı makam, mansıp ve mal için yarış eder, tamah ve ihtiras gözlerini çoktan bürürdü.

Evet, onlar olmasaydı, peygamberlerin en önemli vazifelerinden biri olan kalbin manevi kirlerden arındırılması, nefis terbiyesi, ihsan ve batınî fıkha davet vazifesi duraklar, işlemez hâle gelirdi.[127]

 

SOFİLİK VE KABUL EDİLEN GERÇEKLER

 

Sofilik Hz. Peygamber(s.a.v)sünnet ve meşrebine göre yaşamak ve yaymaktır. Dinde mezhep ve meşrep taassubu yoktur. Her doğru makbuldür.

 Allah dostları, alemlere rahmet olan Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizin meşrebi üzere hareket etmeyi en büyük gaye edinmişlerdir. Efendimiz (s.a.v) hiçbir ayırım yapmadan bütün insanları muhatap almış ve hepsine rahmet olmuştur. Muhataplarına dost veya düşman diye değil, Allah’u Teala’nın kulu gözüyle bakmıştır. Davet ve terbiyesinde fakir zengin ayırımı yapmamıştır. Kavimcilik,mezhebi ve meşrebi taassubuna düşmemişlerdir.

Müride de Allah dostlarının bu ahlakını benimsemeli yapacakları irşad çalışmalarında taassubdan uzak durarak sadece bütün dikkatini irşat noktasına toplamalıdır.

Müridin mürşidine karşı oluşturduğu sevgi diğer mürşitlerin hürmetini çiğnemeye, kıymetini düşürmeye götürmemeli. Bütün ehlullah Allah’u Teala’nın askerleridir. Allah onları vasıta ederek kullarını hidayete sevkeder. Onlar, Resulullah’ın (s.a.v) âlidirler. O’nun sünnetini yaşar ve yayarlar.

Onlar bütün insanlığa rahmettirler. Ayrılığa, fitneye ve kısır çekişmeye âlet edilemezler. Her mümin onları sever, sevmelidir. Ancak insanın irşadı bir mürşidin elinde olur. Ona minnet ve hizmet, diğerlerine kalben muhabbet edilmelidir. Senin mürşidin şöyle, benimki böyle çekişmesi boş bir iştir ve sonu zararlıdır. Resulullah (s.a.v), peygamberler arasında bile bu tür çekişmeleri yasaklamış ve şöyle buyurmuştur:

“Allah’ın peygamberleri arasında kendi hesabınıza göre üstünlük vermeye kalkmayın.“ [128]

“Peygamberler arasında seçme yapmayın.“ [129] hadis-i şerifleri uyulacak ahlakın boyutunu göstermektedir.

Bütün beşeriyetin Efendisi (s.a.v), bize edep öğretmek için tevazu ile böyle emretmiştir. Allah’u Teala mürşitlerin makamlarını tespit, tayin ve terfi’ işini müritlere bırakmamıştır. Ancak istifade açısından mürit, mürşidinin en kamil ve mükemmil, diğerlerinin de birer kamil insan olduğunu düşünebilir.

 

Üstad Bediuzzaman’ın (rah) belirttiği gibi, bir salik:

“Benim mezhebim ve meşrebim yolların en güzelidir. Diğer mezhep ve meşrepler de güzeldir.“ [130] diyebilir.

Üstat Bediuzzaman(rah)’ın yirmi ikinci mektup dördüncü vecih birinci düsturda şöyle der: Eğer içinde bulunduğun mesleğin (meşrebin) ve sahip olduğun fikirlerin hak ise, bu durumda: “Mesleğim (meşrebim) haktır veya daha güzeldir” demeye hakkın var. Fakat, hak yalnız benim mesleğimdir (başkasında hak ve hayır yoktur), demeye hakkın yoktur.” [131]

Üstat (rah.) burada, ehl-i sünnet vel cemaat çizgisinde iman ve amel eden bütün mezhep ve tarikât mensuplarına mühim bir esası, vazgeçilmez bir edebi öğretiyor. İnsan, tabiatına ve fikrine uygun bir meşrepte seyr u süluk edebilir, etmelidir. İlmini iyi bildiği bir hak mezhepte amel ve ibadet edebilir, etmelidir. Bağlı bulunduğu mezhebi ve meşrebi, kendisi için en güzel, fıtratı için en uygun, ıslah ve Allah’a yaklaşmasına en münasip bulmalı ve bilmelidir. İmam Şaranî(k.s)’nin  belirttiği gibi bir mürit, manevî nasibinin önündeki mürşidinin vasıtasıyla kendisine ulaştığını ve Allah tarafından bu işle onun görevlendirildiğini düşünmelidir. Bu anlayışla, dünya kamil mürşitle dolu olsa o, önündeki mürşidi kendisi için tekden bilmeli ve ona bütün kalbiyle yönelmelidir. Çünkü, manevi ilacı ve rızkı o kapıdadır. [132]

Hak yolcusu kör bir taassuba düşüp, muhabbet adına diğer mürşitleri, salihleri ve hak yolcularını inkar etmemeli, basit görmemelidir. Böyle bir haksızlığı din, akıl ve vicdan kabul etmez.

Hanefi mezhebi üzere amel ve ibadet eden bir Müslüman, mezhebinin fetvalarının en isabetli olduğunu söyleyebilir. Ancak, diğer hak mezheplerin de isabetli ve hak üzere olduğunu bilmelidir. Diğer mezheptekiler de bu anlayış üzere bulunmalıdır.

Nakşibendî meşrebine göre seyr u süluk yapan ve kalbini ıslaha çalışan bir mürit, bu yolun ve önündeki mürşidinin kendi hastalığı için en güzel bir ilaç olduğunu, ancak diğer hak tarikatların da güzel olduğunu bilmelidir.

Bu düsturu şiar edinen bir salik,yapacağı irşad çalışmalarında  dikkat edeceği bu prensip hayatının her döneminde ve işlerinde göz önünde tutmalıdır.

 

İRŞAT YAPACAK OLANLARDA BULUNMASI GEREKEN HAKİKAT

 

İhlas-ilim ve edeb olmadan İslam dini anlatılamaz. Muhlis olmayana,münafık ve fasık kimselere Allah yardım etmez. Bu düstur irşada yönelenlerin anlamaları gereken bir husustur.

 Tebliğ, kalpleri vahyin ilâhi ikliminde dirilmiş müminlere Cenab-ı Mevlâmız’ın verdiği bir vazife, bir emanettir. Zira O (c.c): “Siz vasat (orta yolda giden) bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırsınız” [133] buyuruyor.

Bu vazife, en dar çerçeveden başlayarak bütün insanlığı kuşatacak kadar geniş bir alana yayılır. Hiç şüphe yok, bütün müminler aile efradı, dost-arkadaş çevresi gibi dar alanda bu vazifeyle mükellef olduğu gibi, bütün insanlığın ilâhi hakikatlerle buluşması için gerekli imkan ve zemini hazırlayacak faaliyetlerle de mükelleftir.

Ömer b. Abdulaziz’in (rah.)belirttiği gibi” İlimsiz amel ve davet yapan kimsenin bozduğu, ıslah ettiğinden daha çoktur.“ [134]

Bu hakikatleri çok iyi bilen Allah’ın dostları ilim,ihlas ve edebin yanında irşada katkıda bulunacak bazı özel prensiplerde oluşturabilirler.

Kamil mürşit ilâhi emir ve mesajları devrinin insanlarına tebliğ ederken, zamanın şartlarına göre yeni içtihatlar yapıp farklı usuller belirleyebilir. Müçtehitler fıkıh sahasında içtihat yetkisine sahip oldukları gibi, kamil mürşitler de ahlak ve terbiye alanında içtihada söz sahibidirler.

Hiç şüphesiz Allah ve Resûlünün emirlerini bilmenin önemi kadar, bu emirlerin tebliğ edileceği insanların fıtratını, onların tatbik edileceği zaman ve mekanın şartlarını bilmenin de gereği vardır. Elindeki tohumu nereye ne zaman ekeceğini bilmeyen bir çiftçi tohumu zayi eder.

Zaten bu hususlarda üstat durumunda olan Allah’u Teala’nın dostları irşad cihetiyle memurdurlar.

İrşad kutbu olan mürşidi kamil, Resulullah (s.a.v) Efendimizin gerçek vârisidir. Onun ilmine, edebine, ruhları olgunlaştırma işine, kalpleri Allah’a çevirme mesleğine, nefisleri terbiye etme ve hayata denge verme sanatı konularında Peygamber Efendimizin vârisidir.

Bu velâyet ve yetki ona halk tarafından değil, Cenâbı Hak tarafından verilmiştir. Vazife büyük olunca, yetki ve destek de büyük olmaktadır. İrşat ve terbiyenin asıl sahibi Allah’u Teala’dır.

 

Hidayet ve irşat O’nun yetkisindedir. Ancak Allah’u Teala beşerî planda bu işi kulların arasından seçtiği dostlarına da yaptırmaktadır. Bu dostların başında peygamberler gelir. Peygamber olmadığı zaman bu iş onun halifeleri, vâris ve vekilleri tarafından yürütmektedir ve bu görevde memurdurlar.

Bu, ilâhî emir ve nehiyleri tebliğ hususunda Allah’u Teala tarafından izinlidirler. Çünkü ayeti kerimede Cenab-ı Hakk şöyle buyurmuştur:

“Allah, kendilerine kitap (ilim) verilenlerden: “Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz” diye söz almıştı.” [135]

 

İRŞATTA ALLAH DOSTLARININ HAYATLARININ ÖNEMİ

 

Sadat-ı Kiramı ve velileri tanımalıdır. Onların hayatlarını okumalı,davet ve irşattaki ince siyasetlerini örnek alıp bir derece uygulamalıdır.

Şehbenderzâde Ahmed Hilmi (rah.), İslam aleminin gülü olan kamil mürşitleri:

“Evvela irşat postuna oturan ulu kişiler, güzel ahlakla sıfatlanmış olur. Gerçi onlar, meyveli ağaçların taşlandığı gibi daima bu yola yabancıların sövmelerine ve cahillerin düşmanlıklarına hedef olurlar. Fakat bu büyüklerin hâli biraz incelense, haklarında söylenen her şeyin bir iftira ve kasıt olduğu derhal meydana çıkar.

Kamil mürşitler mevki, makam ve ikbal düşkünü olmazlar. Dervişlerini miskinlik, zahirî fakirlik ve hakirliğe sevk etmezler. Onlar her türlü elem ve kederleri tesellîye daima hazırdırlar. Onların hallerinde denge ve meşreplerinde son derece bir olgunluk vardır.

Bu büyükler, malayanî (boş, anlamsız ve yararsız şeyler) ile asla vakit geçirmezler. Gece gündüz muhiblerinin ahlakının ıslahına ve vuslat yolunda ilerlemelerine himmet ve gayret ederler.

Onların yüzleri nuranî, sözleri Rahmanî olur. İnsan elinde olmayarak, pervane muma nasıl atılırsa, onlara öylece çekilir, kalp ve gönül kendilerine bağlanır.

Onlarla beraber olanlar, kendilerindeki manevî ve hakîkî hayatlarının varlığını ve kuvvetini hissederler.

Onlar, her nereyi mesken edinseler, civarlarında ilahi bir neşe, zevk, tevhîd ve sevgi hissedilir. Öyle bir halde ki, oranın çocukları bile oyunlarını zikir ve tevhîd şeklinde icrâ ederler.

Onlarda cehalet ve kabalık gibi, çirkin görülen ve beğenilmeyen vasıflar bulunmaz. İnce, kibar, yumuşak ve özel davranışlı olurlar.

Onlar, güçlük ve müşkilleri kolayca çözerler. Kin, düşmanlık ve garaz gibi nefsin çirkin vasıflarından temizlenmiş bulunurlar. Halkın ayıplanacak hallerini yüzlerine vurmazlar. Kusurları düzeltmek ve iyileştirmek için söyleseler bile, mürşide ve babaya yakışır bir sûrette davranırlar.

Seyr u sulûke başlattıkları saliklerine karşı riya, yalan ve yaltaklanma gibi basit işlere asla tenezzül etmezler.“ [136]  diye tanıtır.

İşte bu hususiyetler velilerin temel özelliklerinden bazılarıdır.

İrşada memur olan Allah dostlarının görevlendirdiği irşada memur olanlar Allah dostlarının bu hasletlerini okuyup öğrenmeli,davet etmedeki ince siyasetlerini bilmek irşada ki performansın artmasına ve insanlara ulaşmaktaki etkinin çoğalmasına sebep olacaktır.

 

 

DAVET VE TERCİH EDİLEN MODEL

İnsanın yükünü çekmeyen,onları karşılıksız sevmeyen kimse gerçek sufi olamaz. Davette sınır ve sinir olmaz. Kavga ederek doğru şey anlatılmaz.

Gerek kendi ebedi istikbalimiz, gerekse bütün insanlık için böylesine büyük önem taşıyan tebliğin nasıl yapılacağı, başta Mukaddes Kitabımız ve Sünnet-i Nebeviyye’de olmak üzere kaynaklarımızda açıklanmıştır. Bu açıklamalardan çıkan sonuç şudur:

Müminlerin insanları Hakk’a ve hayra davet edebilmesi için evvela kendi kalplerinin diri, yaşantı ve ahlâklarının söylediklerini tekzip etmeyecek tarzda olması gerekir. Sonra zaruri bilgilere sahip bulunması, bilmediği konularda iddiacı olmaktan kaçınması esastır. Güler yüzlü, tatlı dilli ve munis olmalıdır.

Ve en önemlisi; en güzel ve en etkili tebliğ, mücellâ dinimizi yaşamak, güzel ahlâk sahibi olmaktır. Unutmamak gerekir ki, yalancılık, riya, bencillik, adaletsizlik ve dolandırıcılığın her türlüsü ve diğer mümine yakışmayan vasıfları taşımak, Allah’ın diniyle insanların arasına perde olmaktır.

İrşadın etkili olabilmesi için en önemli unsur,söyledikleriyle önce kendisinin amel etmesine bağlıdır. Aksi halde irşâd dan olumlu sonuç alınamayacağı ayette şöyle ifade edilir: "Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi, niçin söyleyip duruyorsunuz" [137]

Müminin şu ölçüyü asla unutmaması gerekir: Bir insan Müslüman olarak yalnızca onu tanımış olsaydı İslâm’ı sever miydi, yoksa soğur ve uzaklaşır mıydı?

İnsanlara irşâd da bulunmak, onların dünya ve ahirette saadet ve selametleri için çalışmak demektir. Bu nedenle insanları irşâd önemli bir görevdir. Bu görevi toplumda belli bir grubun üstlenmemesi, toplumun hepsinin sorumluluğuna sebep olur.

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Günah isleyenlerin bulunduğu bir toplumda önlemeye gücü yeten kimseler olduğu halde bunu engellemezlerse, Allah'ın, kendi nezdinden onların hepsini kapsayan bir azabın gelmesi pek yakındır"  [138]

"Şunu yeminle söylüyorum ki; siz ya iyiliği emreder, kötülükten sakındırmaya çalışırsınız; aksi halde Allah size içinizdeki en kötülerinizi musallat eder. Sonra hayırlılarınız dua eder, fakat duaları kabul olunmaz" [139] Allah Resulüne, insanların en hayırlısının kim olduğu sorulunca: "İnsanların en hayırlısı en çok okuyanı, en muttaki olanı, iyiliği en çok emredeni, kötülükten en fazla sakındırmaya çalışanı ve en çok sıla-ı rahim yapanıdır " [140]   cevabını  vermiştir.

Hz. Peygamber, Veda haccı hutbesinde, dinî emir ve yasakların, bilgilerin nesilden nesile aktarılması ve irşat faaliyetinin sürdürülmesi için ümmetine görev yüklemiştir. Bu da tebliğ görevidir. "Sizden hazır olanlar, burada bulunmayanlara sözlerimi ulaştırsınlar. Umulur ki, bunları burada bulunmayanlar, bulunanlardan daha iyi anlar ve korur" [141]

Allah’u Teala Kur'an-ı Kerîm'de; "Siz insanların faydası için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. iyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeye çalışırsınız." [142] buyurulur. Onu en hayırlı yapan; iyiliği emretme, kötülükten sakındırmaya çalışma, başka bir deyimle "irşat" görevini ifa etme özelliğidir.

İrşâdın metodunu ve irşat sırasında izlenecek yolu Kur'an-ı Kerîm şöyle belirlemiştir: "Ey Peygamber! İnsanları Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz ki Rabbin, yolundan sapanı da çok iyi bilir, doğru yolda yürüyenleri de çok iyi bilir"  [143]

"Ey Musa ve Hârun! İkiniz de Firavun'a gidin. Çünkü o çok azdı. Öğüt alacağını veya korkacağını umarak ona yumuşak sözler söyleyin" [144]

Yüce Allah, Firavun'un imân etmeyeceğini ilmiyle elbette biliyordu. Ama yine ona tebliğin yapılmasını emretmiştir. Bunda çeşitli hikmetler vardır. İnanan insanların tebliğ vazifelerini yerine getirmeleri ve kendisine tebliğin ulaşmadığı hiç kimsenin kalmaması gerekir. Bu durum, tebliğcileri de mesuliyetten kurtarır.

Nitekim Yüce Allah başka bir ayette, Hz. Musa ve ona bağlı olanların tebliğe ısrarla devam etmelerini faydasız gören bazı insanlardan söz ederken, şöyle bir açıklamada bulunmuştur: "İçlerinden bir topluluk, "Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azaba uğratacağı bir kavme hâlâ ne diye tebliğe bulunuyorsunuz?" dediler. Tebliğe devam edenler şu cevabı verdiler: Rabbiniz huzurunda özür beyanı yüzünden, bir de belki kendilerine gelir, korunurlar ümidiyle" [145]

Bu durum, tebliğcinin görevini savsaklamadığına delil olur ve kendisine tebliğ yapılanın "ben bunu bilmiyordum" şeklinde mazerette bulunmasını engeller.[146]

Merhum müfessir Elmalılı, bu ayeti açıklarken şöyle buyurmuştur: "Tebliğ vazifesini yerine getirme, herkese son nefesine varıncaya kadar bir nevi farzdır. Bununla beraber, dünyada hiç bir-hususta ümitsizliğe düşmek caiz değildir. Her ne kadar günahkâr olurlarsa olsunlar, insanların tövbe ve takvasını arzu ve ümit etmek de bir vazifedir. İnsanlığın hali sürekli değişmededir ve kader sırrı meydana gelişinden önce bilinmez. Ne bilirsiniz, bu güne kadar hiç söz dinlemeyen bu insanlar belki yarın dinleyiverir ve sakınmaya başlar, bütün bütün sakınmazsa, belki biraz sakınır ve bu sayede azabı hafifler. Her halde tebliğde bulunup öğüt vermek, tebliği terk etmekten evlâdır. Tebliği bütünüyle terk etmekte ise, hiç bir ümit yoktur. Hiç bir mukavemete maruz kalmayan fenalık daha süratle yayılır. Herhangi bir fenalığın aslını silmek mümkün olmasa da hızını azaltmaya çalışmak da göz ardı edilmemelidir[147]

"(Ey habibim!) Allah'ın rahmeti sebebiyle onlara yumuşak davrandın. Eğer sen sert ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz insanlar, etrafından dağılır giderlerdi. Öyleyse onları affet ve bağışlanmalarını dile. İşlerde onlarla istişare et. Bir ise de azmettin mi, Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah tevekkül edenleri sever" [148]

İşte,Ayet-i celilelerde anlatılan metotlar dahilinde Peygamber ve O'nun yolunda yürüyenlerin en önemli görevi, Hakk'ı tebliğdir. Her Müslüman bu konuda görevlidir. Müminlerin bu husustaki görevlerini yerine getirmeleri farzdır.

 

İslâm, sürtüşme, tartışma, bölünme ve parçalanma dini değildir. Onun ruhunda ve mayasında ancak Allah'a kul olmanın derin manası, birbirimize kardeş olmanın yüksek anlamı yatmaktadır. Dinde kula kul olma basiretsizliği yoktur. Günümüzün tebliğ metodu bu doğrultuda geliştirilmelidir.

İslâm dininde tebliğ, belli bir sınıfın değil, inanan bütün insanların vazifesidir. İslâm'da sınıf ayırımı yoktur. Her kişi, kendi bilgi ve kültür seviyesine göre, başkalarına tebliğde bulunup onları şuurlandırmaya çalışmak mecburiyetindedir.

Özellikle günümüz insanına şefkatle yanaşmadan,örnek olmadan,örneği göstermeden dine ait güzel şeyi anlatmak zordur.

Hele dini kural ve kaideler hakkında sadece nakil sözlere dayalı bazı dokümanlara sahip olan ümmet-i Muhammed’e yaklaşmak,hak ve hakikati anlatıp Allah’u Teala’nın emrettiklerini belirtmek için,Allah’u Teala’nın, Peygamberlerine belirttiği metotları kullanıp olabildiğince örnek olarak yaşanmaya bağlıdır.

Kaba saba söz ve fiillerle,kulaktan duyma,dayanağı kur’an ve sünnete tekamül etmeyen ifadelerle irşada katkıda bulunulacağını sanmak hayalden öteye geçmez.

 

GÖNÜL ERLERİ VE İRŞATTAKİ ETKİLERİ

Tarihte en büyük ıslahı gerçek sofiler yapmıştır. Onların meşrebi;sevgi,aşk,ihlas ve halka hak için hizmet olduğundan gönüllere rahatça girebilmişlerdir.

Allah’u Teala’nın bu nimetlere vesile ettiği veliler bütün zaman ve devirlerde olmuştur. Resulullah Efendimiz(s.a.v)’in  müjdesine göre kıyamete kadar da bulunacaklardır. Onlar İslam dinini en güzel şekilde yaşayarak tebliğ etmektedirler. Bunu yaparken Allah’u Teala’dan başka hiç kimseden korkmazlar. [149]

Hz. Peygamber’in (s.a.v) sohbet halkasında terbiye gören ve nübüvvet nuruyla tertemiz olan Ashab-ı Kiram’dan hemen sonra, kalplerde dünyaya bir meyil başladı. Hilafet, belli bir zamandan sonra, temel fonksiyonunu göremez, asıl hedefini gözetemez oldu. Eğer Allah’u Teala’nın, bu dini koruma garantisinin bir tezahürü olarak ümmetin içinden çıkarttığı Rabbanî alimler olmasaydı, gerçekten iş bitmiş, dinî anlayış kalplerden silinmiş, felaketin tam içine girilmiş olurdu. Ancak, ekseriyet hedefini yitirmişken, gözünü ve gönlünü haktan ayırmayan Allah dostları, Peygamber mirasını canla, başla, aşkla korudular, ümmete manevî hayat vesilesi oldular. Tasavvuf ve tarikat ismiyle kurdukları takva mekteplerinde iman, ihsan, ihlas, edep, zikir, cihat, cömertlik gibi ahlak-ı hamide derslerini okutarak, kalpleri ıslah, cemiyeti ihya ettiler.

 Bu Rabbanî alimlerin icraatını Seyyid Ebu l-Hasan en-Nedvî’den (rah) dinleyelim:

“Kamil mürşitler insanlardan tevhid, ihlas, sünnete sarılma, günahlardan tövbe, Allah’a itaat ve Resûlüne tabi olma gibi güzel ameller için bey’at alıyor, intisap yapıyordu. Bey’at ve intisap edenlerden bunlara uyulması isteniyordu. Kamil mürşitler, kendilerine bey’at edenlere, her türlü kötü işlerden, bozuk ahlaktan, zulümden ve katı kalplilikten kaçınmalarını tavsiye ediyorlardı. Ayrıca onları, iyi ahlakla ahlaklanmaya, kibir, haset, kin, zulüm ve makam sevgisi gibi kötü huylardan uzaklaşmaya, nefsin ıslahına ve tezkiyesine teşvik ediyorlardı. Allah’ın kullarına nasihat etmeyi, herkese iyi muamelede bulunmayı, elindeki rızka kanaat etmeyi, başkasını nefsine tercih edip kardeşini kendisinden önce düşünmeyi öğretiyorlardı. Bu işler mürşitle mürit arasındaki intisabın bereketiyle oluyordu. Mürşitler bunun yanında, diğer insanlara da devamlı vaaz ve nasihat ediyorlardı. [150]

Kamil mürşitler dinin manevi terbiye alanında, ahlâk sahasında söz ve içtihat sahibidirler.

Bu yüzden insanların hâl ve hastalığına göre, Kur’an ve sünnet eczanesinden manevi ilaç verme, kalp hastalıklarını tedavi etme yetkileri vardır. Bu kıyamete kadar devam eder. Çünkü dinimiz, kıyamete kadar gelecek bütün insanlığın ıslahını garanti etmektedir. Onun için dinin gerçek alimleri eksik olmaz, ümmet başıboş ve rehbersiz kalmaz.


[122]-Enbiya suresi ayet-107

[123]-Al-i İmran suresi ayet-164

[124]-Azap suresi ayet-45-47

[125]-Enfal suresi ayet-33

[126]-Bakara suresi ayet-151

[127]-Dilaver Selvi,Kaynaklarıyla Tasavvuf,56-57-58

[128]-Müslim, Fedâil, 159. (32. Bab)

[129]-Müslim, Fedâil, 163. (32. Bab)

[130]-Said-i Nursî,Mektûbât,244,22.Mektup

[131]-Said-i Nursî, Mektubat, 22. Mek. 1

[132]-Şaranî,el-Envâru’l-Kudsiyye,II,95.313

[133]-Bakara suresi, ayet-143

[134]-İbnu Abdilberr, Câmiu Beyâni’l-İlm,I,33

[135]-Al-i İmran suresi ayet-187

[136]-Mehmet Ali Aynî,Tasavvuf Tarihi,265

[137]-Saff suresi ayet-2

[138]-Ebû Dâvud,Melâhim,17:İbn Mâce,Fiten,20;Ahmed b. Hanbel,Müsned, IV,361,363,364 366

[139]-Ebu Dâvûd,Melâhim,17;Tirmizî,Fiten,9;Ahmed b. Hanbel,Müsned,V,388,390,391

[140]-Ahmed b. Hanbel,Müsned,VI,432

[141]-Ahmed b. Hanbel,Müsned,V,41

[142]-Âl-i İmrân suresi ayet-110

[143]-Nahl suresi ayet-125

[144]-Tâhâ suresi ayet-43,44

[145]-Â’râf suresi ayet-164

[146]-Bkz:Zemahşerî,el-Keşşâf,IV,34

[147]-Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili,IV, 2313

[148]-Âl-i İmrân suresi ayet-159

[149]-Buhârî,İ’tisam,10;Müslim,İmâret,53,Ebû Dâvud,Melâhim,1;Tirmizî,Fiten,27;Hâkim,Müstedrek,IV,523

[150]-Ebu’l-Hasen en-Nedvî,İslâm Önderleri Tarihi,111

Bu yazı 8986 defa okunmuştur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit

Tasavvuf

Tasavvuf İlminin Ortaya Çıkışı

Tasavvuf İlminin Ortaya Çıkışı Saadet Devri'nin en belirgin vasıflarının başında zühd, takva, tefekkür ve marifetullaha dayalı hayat tarzı gel...

TASAVVUFU KABUL ETMEYEN VEHHABİLERİN KENDİ ŞEYHLERİNİN TASAVVUFU VE SUFİLİĞİ KABUL ETMESİ !!!

TASAVVUFU KABUL ETMEYEN VEHHABİLERİN KENDİ ŞEYHLERİNİN TASAVVUFU VE SUFİLİĞİ KABUL ETMESİ !!! TASAVVUFU KABUL ETMEYEN VEHHABİLERİN KENDİ ŞEYHLERİNİN TASAVVUFU VE SUFİLİĞİ KABUL ETMESİ !!!

SÖZLÜK

Söz ve Resim
Vusulsüzlük usulsüzlüktendir.

GAVS-I SANİ HZ.

BAZI LİNKLER

(c) 2016 www.husamiler.org / Mersin
RSS Kaynağı | Yazar Girişi | Yazarlık Başvurusu

Alt Yapy: MyDesign - Dizayn ve Hosting: Ri-Mer Bili?im