Kadiri Hüsamiler Web Sitesi..
ANASAYFA SİTEDE ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE SORU SORUN? İLETİŞİM

CANLI YAYIN İZLEYİN...

 
 

ANKET

Yeni web sitemizi nasıl buldunuz?





Tüm Anketler

SİTEDE ARA


Gelişmiş Arama

SİTEMİZE ZİYARETLER!

 
Bugün Tekil179 
Bugün Çoğul311 
Toplam Tekil 417078 
Toplam Çoğul505666 
Ip 185.50.70.3

Cemaat Olmanın Nimet ve İmtihanları

Tarih 05 Ocak 2012, 07:22 Editör ihsan Kaya

Zira, cemaat Allah yolunda Allah için bir rehberin etrafında toplanıp emanetleri taşımaktır.

CEMAAT OLMANIN NİMET VE İMTIHANLARI

İnsanoğlu yaratılışı gereğince eşrefi mahluk olmasına karşın muhtaç varlık. Hatta doğduğunda diğer bütün canlılardan daha aciz, daha muhtaç…

Bu durum büyüyüp geliştiğinde,bir fert olarak ayakları üstüne durmaya başladığında sona ermiyor. Zira Allah Teala, insanı diğer insanlarla hayatı paylaşmak ve bir arada yaşamak üzere kurgulamış, insanı, insana muhtaç,maddeye de ve manaya da...

Bu nedenle insanoğlu alıp başını,ıssız dağ başlarında yalnızlığının kuytularında yaşama şansına sahip değildir. Bizi bir insan doğurdu, insan besledi ve büyüttü. Neslimiz yine insanla devam edecek. Sağlığımız, eğitimimiz, kültürümüz, ticaretimiz yine insanla mümkün.

İlk insandan itibaren topluluklar halinde yaşamış,tarihleri ve birikimleri birbirlerine yaslanarak oluşturmuştur. İnsanoğlunu  bir araya getiren, bazen akrabalık bağları, bazen menfaatler, bazen yaşanılan coğrafya, bazen ortak değerler olmuştur. Özellikle de dinimizin cemaat olmayı emri bu birlikteliğe etken olmuştur.

İnsanoğlunun bir arada yaşama ihtiyacıyla birlikte, bütün topluluklarda fertlerin itaat etmek zorunda olduğu ve itaat etmedikleri taktirde çeşitli yaptırımların uygulandığı “sosyal düzen kuralları” hep olageldi. Bu kuralları, ilk insan Hz. Adem (a.s) ile birlikte ilk koyan Allah Teala’dır. Daha sonraları insanlar, bu kuralları aslından uzaklaştırarak yanlış uygulamalara gitmişler. Ama Allah Teala,kullarına merhamet ederek sık sık peygamberler göndermek suretiyle, doğru kuralları tekrar ortaya koymuş ve kullarının uymalarını istemiştir.

İnsanoğlunun, Adem (a.s) ile başlayan dünya üzerindeki hayatı, kıyametin kopması ile sona erecek. Allah’u Teala, dünya hayatının son diliminde yaşayan insanlara son uyarısını, son uyarıcısıyla göndermiştir. Yaratıkları içerisinde en çok sevdiği o sevgiliyi, kendisine uyulduğu takdirde -yığın yığın günahlar olsa bile- affının, acımasının, sevgisinin, ebedi mutluluğun kapısı yapmıştır.

İşte o son uyarıcı Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizin, üzerinde durduğu konuların belki de en önemlisi, Müslümanların birlik beraberlik içerisinde olmaları ve başlarındaki imamlara veya başkanlarına itaat etmeleridir. Çünkü Allah’u Teala;

“Ey iman edenler! Allah’tan O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin. Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; (sakın) parçalanıp ayrılmayın...” [848]buyurmuştur.

Bilinmelidir ki Allah’u Teala Müslümanlara, yasaklanmış şeylerden ittika edip sakınmalarını emredince, bütün tâat ve hayırların aslı durumunda olan şeyi, yani Allah'ın ipine sımsıkı sarılmayı emretmiştir. Bil ki, ince bir yol üzerinde yürüyen herkesin, ayağının kaymasından korkulur. Fakat o kimse bu yolun iki tarafında iki ucundan güzel ve sıkı şekilde bağlanmış olan bir ipe sıkıca tutunduğunda, korkudan emin olur. Şüphe yok ki Hak yolu, ince bir yoldur. Birçok insanın bu yolda ayağı kaymıştır. Ama, Allah'ın delillerine ve apaçık beyânlarına sımsıkı tutunan kimseler, bundan emin olmuşlardır. Binâenaleyh buradaki "ip" kelimesinden murat, din yolunda hakka, hakikate o vasıta ite ulaşılması mümkün olan her şeydir.[849]

Hakka ve hakikate ulaşmanın bir çok yolu vardır; ancak bir yol var ki bütün yolların en emniyetlisi, en sevimlisi ve en verimlisidir. Bu, sırf Allah rızası ve muhabbetullah üzere kurulmuş bir takva cemaatine katılıp, Allah sevgisi üzerinde yaşamak ve o sevgi içinde dünyadan ayrılmaktır.

Kim istemez şerefli, edepli, terbiyeli, sevgili bir Müslüman olmayı? Kim arzulamaz Yüce Mevla’nın sevgi ve rızasına ulaşmayı? Kim dilemez Hz. Rasulullah (s.a.v) ’in iki cihana bedel bir tebessümüyle karşılaşmayı ve sevinçten ağlamayı? Kim düşünmez Cehennemi selametle geçip ebedi saadet ve selam yurdu Cennet’te bulunmayı?..

Öyleyse Allah için birbirlerini sevenlerin oluşturdukları bir cemaate olmayı arzulamalıdır. zira bu topluluk sevginin bir araya topladığı ülfet adlı yürek devletini kurabilmiş insanlar birlikteliğidir; yüreklerini paylaşanların, ülfet kimliğiyle vizesiz gümrüksüz birbirlerinin gönlüne özgürce yol bulanların cem olmalarıdır. Ümmet işte bu toplulukların oluşturduğu okyanusun adıdır. Böyle bir topluluğun fertleri yürek ülkelerinde muhabbeti iktidar etmişlerdir. Sevgi toplumunda fertler birbirlerinin gönlünü, hayat denizinde kopan ya da kopacak olan fırtınalara karşı, emin bir liman, selâmetli bir sığınak, bereketli bir barınak bilirler.

 

CEMAAT OLMAK FARZDIR

İşte yukarıda sayılan sebeplerden dolayıdır ki Müslümanların Allah yolunda birlik sağlayıp cemaat olmaları farz-ı ayındır. Bu birlik, güzel kulluk ve takva için olmalıdır. Tevhid inancı bunu ister. Yüce Rabbimiz hepimize özel ve şerefli bir görev vermiştir. Bu görev, Yüce Allah’ın adını duyurmak, dinini yaymak, ilahî emir ve hükümleri yaşamak ve bu yolda var gücüyle gayret göstermektir. Şu kainatta var oluşumuzun asıl gayesi budur.

Bilinmelidir ki,İslam tevhid dinidir ve bizden tevhid (Allah rızası etrafında birlik) istemektedir. Bir mümin olarak bu tevhide (birliğe, cemaate) kalben, fikren, fiilen, kısacası hayatımızla iştirak etmemiz gerekmektedir. Ne yazık ki günümüzde Müslümanların en büyük sıkıntısı birlik şuurundan uzak bulunmaları ve cemaatin ne kadar gerekli olduğunu unutmuş olmalarıdır.

Dinimiz ancak cemaatle yaşanır. İnsanın kemalatı cemaatle tamam olur. Cemaat ne denli zahmetli olsa bile, kişinin yalnızlıkta bulduğunu zannettiği bütün rahatlıklardan daha hayırlıdır. İslam’ın öngördüğü cemaatte Allah’ın emirleri karşısında herkes; kuvvetlisi, zayıfı, efendisi, kölesi, hakimi, mahkumu, amiri, memuru eşittir. Üstünlük sadece takva iledir. Hz. Peygamber(s.a.v) “İnsanların en hayırlısı, Allah için diğer insanlara en faydalı olandır.” [850] buyurmuştur. Bu Hadis-i Şerif de işaret edilen faydalı olabilme, ancak insanlarla diyalog kurup kaynaşmakla, yani cemaatle mümkündür.

Müslüman’ın Allah yolunda takva için birlik olmaları farz-ı ayndır demiştik. Öyleyse mü’minin asıl yaratılış gayesi tevhid akidesi üzere ve cemaat disiplini içinde ilahi hükümleri hayatına tatbik etmektir. Cenab-ı Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Allah’tan tam manasıyla korkun ve ancak Müslüman olarak can verin. Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a, ihlasa, taata, cemaate) sımsıkı sarılın, dağılıp parçalanmayın.” [851] Görülüyor ki Rabbimiz, müminlere önce kendisinden tam manasıyla korkmayı emretmiş, sonra Müslüman olarak ölmelerini istemiş ve bunun yolunun hep birlikte Allah’ın ipine, yani Kur’an ve Sünnet çizgisinde cemaate sarılmakta olduğunu bildirerek bu ipe tutunmayı farz kılmıştır.

 

Öyleyse,hiçbir Müslüman: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun.“ [852] ayeti beni ilgilendirmiyor diyemez.

Akıllı bir insan, Yüce Allah’ın: “O gün (Allah için birbirini seven ve bu uğurda kenetleşen) muttakiler hariç, bütün dostlar birbirinin azılı düşmanı olur“ [853]  uyarısını hafife alıp kafir ve fasıklardan dost seçemez.

Cenab-ı Allah, ayrılığı, bozgunculuğu ve çekişmeyi de yasaklamıştır. Ayet-i celilede, “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Böyle davrananlar için büyük bir azap vardır.” [854]buyuruluyor.

Başka bir ayet-i kerimede Rabbimiz, müminlerin nasıl birlik halinde olmalarına işaret ederek şöyle buyuruyor: “Allah kendi yolunda, kenetlenmiş bir yapı gibi saf bağlayarak savaşanları sever.” [855]

Rasulullah (s.a.v) buyurmuştur ki:

“Sizin cemaat halinde olmanız gerekir. Ayrılıktan, tek başına kalmaktan sakının. Şüphesiz şeytan,tek kalanla beraberdir,iki (hayır ehli) kişiden ise çok uzakta durur. Kim iman selameti ile ölüp cennetin tam ortasında olmak istiyorsa, cemaata yapışsın. Kimi iyilikleri sevindiriyor,kötülükleri üzüyorsa o, gerçek bir mü’mindir.“ [856]

Abdullah b. Mesud(r.a.)da demiştir ki:“Ey insanlar! Sizin taat ve cemaata sarılmanız gerekir. Çünkü onlar, Allah’ın kendisine sarılmanızı emrettiği ipidir. Hiç şüphesiz, cemaat ve taat içinde hoşunuza gitmeyen şeyler, ayrılık halindeki güzel bulduğunuz şeylerden daha hayırlıdır.“ [857]

Bu delillerden sonra “Ben kendi başıma, yalnızca dinimi, imanımı koruyabilirim” demek tehlikelidir. Kendi başına kalan fertlerin, iman ve İslam üzere, güzel bir sonla ahirete gidebilmesi şüpheli olur. Fert zorlama ve baskı altında her şeyini kaybedebilir. Çünkü, hadis-i şerifte belirtildiği gibi: “Allah’ın eli cemaatle birliktedir.” [858] Ve dinin dünyada en büyük feyzi de bu toplumun kuruluşundadır.

Bunun içindir ki, toplumlarını (cemaatlerini) yitiren veya perişan edenler muhakkak perişan olurlar. Fiilî sebepler karşısında ilmî deliller çoğunlukla hükümlerini yerine getiremezler. Her mümin Cenab-ı Hakk’ın bir izafî tecellisine ulaşmıştır. Hak tecellisi ise, bütün bağların toplanmasıyla hak tevhidin ortaya çıkmasındadır. Şu halde bütün iman ehli, tek kelime (Allah’ın rızası) üzerinde fiillerini birleştirmedikçe, gerçek takvaya eremez, Allah’a kavuşamazlar.” [859] diyerek kurtuluşun cemaatte olduğunu belirmiştir.

Alimlerden birisi demiştir ki: “Allah için kurulan bir cemaatle birlikte iken başa gelecek keder ve sıkıntı, ayrı iken elde edilecek rahat ve huzurundan daha hayırlıdır.” [860]

Bilinmelidir ki,Allah için oluşmuş bir cemaat, ince kristal cam gibidir; eğer onu dikkatlice korumaz ve sakınılmazsa, bir çok afetle yüz yüze gelinir, kırılır, bozulur. Cemaat içi dinamikleri, ölene kadar istenilen vasıflarla sürdürmek oldukça zordur.

Zira,cemaat Allah yolunda Allah için bir rehberin etrafında toplanıp emanetleri taşımaktır.

CEMAAT OLMANIN GETİRİLERİ

İslam, cemaat dinidir, cemaatle yaşanır. Hiç kimse tek başına dini bütün olarak yaşayıp kamil bir insan olamaz. Çünkü din, bütünüyle yaşanabilmesi için bir çok vazife insanlarla paylaşılmalıdır. Nefse ağır ve sıkıntı verse de cemaat içinde yaşamak, insanın tek başına elde edeceği her türlü rahatlık ve huzurdan hayırlıdır.

Vicdani duygularla birlikte, beraber yaşama isteği, cemaat ruhu insanda oluşmaya başlayınca,onu kibirden,bencillikten,dar görüşlülükten çıkarır ve o nispette sosyalleştirir. Kibirli ve dar bir vicdan  kendini sever. Ümidi kendisi için, korkusu yine kendisi içindir.

Fakat yüce bir duyguyla bu sevgi ve korku biraz yükselip de bir başkasını da kendisi gibi ve kendisine eşit bir değerde görmeye,onun iyiliğine sevinip,zararına da kendisi zarar görüyormuş gibi üzüntü duymaya başlarsa,onda cemaat ruhu oluşmaya başlamış demektir.

İnsanın bu "toplum halinde yaşama" ihtiyacını en doyurucu bir şekilde din giderebildiğinden, cemaatler din sayesinde ortaya çıkmış ve dine özgü gruplar olarak kabul edilmişlerdir.

Prensibi samimiyet, sadakat ve ihlas olan bu cemaatin yegane başarı sırrı, kardeşlik ışığındaki birlik-beraberlik şuurudur'. Allah (c.c.) onlar hakkında Kur'an-ı Kerim'de:

"Allah yolunda hepsi birbirine kenetlenmiş, yekpare ve müstahkem bir bina gibi, saf bağlayarak mücadele edenleri sever. " [861] buyurmuştur.

Allah’ın Resulü(s.a.v)’de:"Mü'minin mü'mine bağlılığı, parçaları birbirini bütünleyen bir bina gibidir." Hz. Peygamber, bunu açıklamak için, iki elinin parmaklarını birbiri arasına geçirerek kenetledi. [862]

Müslümanları böyle gören müberra dinimiz, elbette toplumun huzuru, ahengi ve sosyal gelişmenin gerçekleşebilmesi; yalnız muayyen bazı fertlerin değil, bütün bir toplumun maddî refahı ve saadeti için müminlere, kişisel vazifeler yanında içtimai ödevler de yükler. Cemiyeti oluşturan kişileri inançta, yaşayışta, gayede, ızdırap ve refahta birleşmesi gereken kardeşler ilan eder. Bu hususta Hz. Peygamber (s.a.v) "Birbirini sevmede, birbirlerine acımada ve korumada müminler bir vücut gibidir. Vücudun herhangi bir organı rahatsız olursa, diğer organlar toptan humma ve uyumsuzluğa tutulur" buyurmuştur. Ayrıca ayırım yapmaksızın bütün insanların birbiriyle kenetlenmelerini birbirine yardım elini uzatmalarını, bir iman vazifesi olarak emretmiştir.

Cenab-ı Hakk: "... İyilik etmek ve fenalıktan sakınmak konusunda birbirinizle yardımlaşın; günah işlemek ve haddi aşmak üzere yardımlaşmayın. " [863] buyuruyor. Bu tür sosyal vazifelerimizi yapmadıkça Müslüman olarak yaşayabilmemize imkân yoktur. Çünkü "Gerçek müminler kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederler. " [864]Ayrıca yine “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de tam anlamıyla iman etmiş olamazsınız.” [865]buyuran Hz. Peygamber(s.a.v), cemiyetin temelini en sağlam bir tarzda şöyle ifadelendirmiştir:

"İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır. " [866]

Zira Allah Teala:“Hepiniz birden Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, sakın ayrılıp bölünmeyin.” [867] emri ilahiyesiyle cemaat olunmasını ve kulluğun gereklerini yerine getirmede cemaat olunca pek çok farzı yapma imkanı bulunulacağını belirtmiştir.

Ancak ferdin yalnız başına bu düzeye gelmesi zordur. Müslüman cemaatiyle birleşip kaynaşması, gökten yere uzanan mutluluk ipi­ne hep birlikte sarılıp tutunmaları gerekir. Bunun için konumuzu oluşturan ayette: ”Hepiniz birden Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, sakın ayrılıp bölün­meyin”, emri verilmekte, bununla ferdi topluma yanaştırıp kaynaştırarak cemaatleşme bilincine eriştirmeyi  amaçlamaktadır.

Allah'ın insanlıktan yana uzanan ipi,düzen ve disiplini gerektirir;fer­t bu disiplin içinde toplumun kopmaz bir parçası haline getirir. Bu ipe sarılmayan kendini ilahi disiplinin dışına itmiş olur, böyle olunca da ce­maatten ve toplumdan kopma mutsuzluğuna düşmüş sayılır. Ayrılan her fert ya gayri İslam’i toplumların, ya da insan ruhunu inkar eden maddecile­rin yemi olur. Bunun için Peygamber Efendimiz (s.a.v): ”Cemaat rahmettir ayrılık azaptır.” [868] buyurmuştur.

O halde Allah'ı bilmek. Onu sevmek, O'ndan üstün bir saygı havası içinde korkmak, kalblerin aynı doğrultuda birleşmesini, bu da cemaatle şen mü'minlerin bir arada belli ve belirli ölçüler içinde günlük ibâdetlerini yerine getirmelerini sağlar. Allah ile İslam cemaati arasındaki engellerin kalkmasına yardımcı olur. Yenilmez bir kuvvet, dönüş yapmayan bir ham­le oluşturur. Bunun için Resulullah Efendimiz (s.a.v): “Allah'ın rahmet ve kudret eli cemaat üzerinedir.” buyurmuştur. [869]

Bilinmelidir ki,cemaat mensupları rastgele, tesadüfen veya alelade şartların bir araya getirdiği,yaptıklarını bilmeyen, hangi şartlar altında bir araya geldiğinden habersiz ve şuursuz kimseler değillerdir. Öyleyse cemaat, şuurlu bir birlikteliktir. Kuru kalabalık, bir kitle değildir.

Bir topluluğun cemaat adını alabilmesi için, o topluluğun belli bir fikir etrafında, belli bir hedefe gitmek üzere bir araya gelmesi, belli ilkelere bağlı olması ve başlarında cemaat ile özdeşleşmiş, aynı amaca bağlı yetkin bir imamın (önderin) bulunması gerekir.

İşte böyle bir oluşumun içindeki birliktelik insanın Rabb’ine karşı görevlerinin çoğalmasına ve safileşmesine sebep olur.

Dini öğrenmek, öğretmek, yaşamak yaymak tek başına olacak bir iş değilse,insanın terbiyesi de ayrı bir farzdır ve bu da tek başına mümkün değildir. Zira zamanımızda Müslümanların tek başına kulluktaki başarısızlıkları aşikar olmasına karşın , bir mürşid-i kamilin terbiyesi altında cemaatte belli bir metot ve düzen içinde gerçekleştirmesi ve nefsin terbiyet olması bu işin ehemmiyetini daha da elzem kılmıştır.

Öyleyse cemaat olmak sadece kuru kuruya bir beraberlik düşüncesi  değildir. cemaat olmak bilinçli bir tercihtir. Zira mü’minlerin aralarındaki bağ iman bağıdır; soy, hemşerilik, ırk, kabile, hizip,  ya da vatandaşlık, hele hele çıkar beraberliği hiç değildir.

Onun içindir ki Allah’ın Resulü(s.a.v): “…Allah’ın yardımı cemaatle birlikte olanlaradır. Cemaatten ayrılan kişi ile de Şeytan beraber koşar." buyurmuştur. [870]

Abdullah b. Mes'ud(r.a) dedi ki: "Topluca Allah'ın ipine sarılın ve ayrılığa düş­meyin" buyruğu cemaat olun demektir. Şüphesiz yüce Allah, birbirimizle kaynaş­mamızı emretmekte ve ayrılığı yasaklamaktadır. Çünkü ayrılık, (tefrika) he­lak olmaktır, cemaat ise kurtuluştur. Şöyle diyen İbnü'l-Mübârek'e Allah'ın rahmeti olsun:

"Şüphesiz cemaat hablullahtır. Ona yapışın, Onun sapasağlam kulpuna yapışarak korunun." [871] demiştir.

Hal böyle iken cemaat olmanın sıkıntıları ve zorlukları da mevcuttur. Düşünülürse ayrı örf,anane ve ahlak yapısına sahip,değişik karakterlerde hiç tanışmayan insanların birlikteliklerinden oluşan bir cemaatte,elbette barışıklığın zorluklarını da içinde taşır.

Şu bilinmelidir ki, cemaat içinde olmanın bu zorlukları ve bütün sıkıntılarına rağmen Allah için cemaat olmak, yalnızlıktan hayırlıdır.

 

HİZMET VE ŞEYTANIN ALDATMASI

Dünyevî çıkar ve hesaplarımıza uymasa da bütün müminleri kardeş bilip onlara kalbimizde değer, meclisimizde yer vermemiz icap etmektedir. İnsanın yaradılışındaki cevher, birlik ve hizmet içinde ortaya çıkar.

Bütün alemlere rahmet olarak gönderilmiş Hz. Rasulullah (s.a.v): “İnsanların en hayırlısı; insanlara en faydalı olanıdır.“ [872] buyurarak; hayır aşıklarını insanların arasına girmeye ve hizmete teşvik etmiştir.

İnsanın cevheri, insanlarla birlik ve hizmet içinde ortaya çıkar. Allah rızasına aşık olanlar önce sıkıntı çekmeye hazır olmalıdır. Çile ve hizmet olmadan elde edilen sevgi, gerçek ve devamlı değildir. Herkes ilahi aşk ve imanının derecesini güzel kulluğu ile ölçebilir. Güzel kulluğun başında, farzları eda etmek ve haramlardan kaçmak gelir. Sonra, insanlara ve diğer varlıklara nasıl muamele ettiğimize bakmalıyız. İmanın ilk mertebesi Allah’a imandan sonra kullara hizmetle işe başlamaktır. [873]

Hizmet ne kadar kıymetliyse onu gereğince yapmak ve muhafaza etmekte o kadar zordur. Zira şeytan hizmet ve cemaat taassubuna düşürüp hizmete koşanları aldatabilir.

Allah Resulü (s.a.v), şeytanın her an mü’min avında olduğunu, tek başına kalan kimsenin kalbine ve imanına saldırdığını haber verip sığınılacak kaleyi gösteriyor:

İmam Beyhaki’nin rivayetinde Allah’ın Resulü(s.a.v)şöyle buyurmaktadır:

“Hiç şüphesiz şeytan cemaatten ayrılan kimseyle beraberdir. Onun içine yerleşip istediği yola çeker.“ [874]

İslam cemaatinden ayrılanın durumu şöyle anlatılmaktadır:

“Kim (Kur’an ve sünnet üzere giden) cemaatten bir karış ayrılırsa; boynundan İslam bağını çıkarmış olur.“ [875]

“Kurdun, sürüden ayrılan koyunu kaptığı gibi, şeytan da (cemaatten ayrılan) insanı kapar. Bölünüp dağılmaktan (gruplara ayrılmaktan) sakınınız. Sizin cemaate sarılmanız ve hak üzere giden çoğunluğa katılmanız gerekir.“ [876]

Onun içindirki,Tek kalanı kurt kapar sözü,yalnız başına kalan insan için söylenmiştir.

Evet, bir kimse yaptığı işlerde Allah rızasını hedefe alır, Hakk yolunda kendisine tabi ve talebe olduğu kimseye özü ve sözüyle samimice davranır ve bu uğurda beraber olduğu cemaate sımsıkı sarılırsa, onun kalbinde şeytan taht kuramaz. Şeytanlaşmış insanlar da onu yolundan ayıramaz. Çünkü onun destekçisi Allah’u Teala’dır.

Resulullah(s.a.v)Efendimizin: ”Allah'ın eli cemaatle beraberdir." [877] buyurması cemaatin kerametini anlatmaya yeterlidir. Buradaki elden maksat, Allah’ın kudreti, desteği, muhabbeti, koruması ve melekleriyle takviyesidir.

   Mü’min, Allah yolundaki kardeşleriyle kuvvetlenir. İhlas ve edeb ilahi rahmeti çeker. Rahmet kalbi destekler. Rahmetle desteklenen kalbin şüphesi gider. İlahi nur ile aydınlanan kalp, fani olan eşyayı bırakıp baki olan Mevla’yı tercih eder; hep O’nu zikreder. Boş işlerden ve haramlardan muhabbetini çeker. Ahireti özler, ölümü sever.

Bu yüce dine birlik hâlinde sahip çıkmayanların, düşmanların oyununa gelip dinden çıkma tehlikesi vardır. Cemaatten ayrılanları insan ve şeytan kurtları kapar. Sırf kendi derdine düşmüş kimselerin, en azından zillet içinde yaşamaları kesindir. İşte bunun için, Allah yolunda cemaat olmanın hedefini, şeklini ve hukukunu bilip gereğini yerine getirmek farz-ı ayın olmaktadır.

Bilinmelidir ki,hizmet eden bir salike nefis ve şeytanın verdiği vesveseler,onun kazanacağı büyük nimetlere perde olur.

 Cüneyd-i Bağdâdî'nin talebelerinden biri şeytanın vesvesesine kapılıp; "Artık ben kemâle geldim. Sohbete devâm etmeme lüzum kalmadı." deyip kendi başına bir yere çekildi. Benlik ve gururundan dolayı şeytani bir rüya gördü. Rüyasında, bağlık bahçelik içinde güzel nehirler ve çok lezzetli yemekler yediğini gördü. Bu rüyayı hakikat zannedip, kibiri daha da arttı ve bu halini arkadaşlarına anlattı. Onlar da Cüneyd-i Bağdadi'ye arz ettiklerinde, Cüneyd-i Bağdadî çok üzüldü ve anlatılan kimsenin yanına gitti. Baktı ki o kimseyi şeytan aldatmış, Ona; "Seni bu gece Cennet'e götürürlerse, Cennet'e vardığında

üç defâ Lâ havle oku." buyurdu. Hakîkaten o kimseyi rüyasında Cennet'e götürdüler. O kimse Cennet'e vardığında üç defâ Lâ havle okudu. Gördüklerini ve kendisinde hasıl olan şeytani hallerin hepsini unuttu. Bir anda kendisinin pislik ve çöplük içerisinde olduğunu gördü. Uyandığında gördüklerini hatırladı ve içine düştüğü hatayı anladı. Çok pişman olup tövbe etti ve Cüneyd-i Bağdadî'nin elini öptü. Sohbetlere devâm edip, talebeler arasındaki yerini aldı. Hazret-i Cüneyd-i Bağdadî buyurdu ki: "Herkese bir mürşid-i kâmil lâzımdır. Aksi halde mel'un şeytan gelip kendisine musallat olur ve insan maazallah ona tâbi olur." [878]

İşte görüldüğü gibi hizmet ehli olan kimselere,nefis ve şeytanın vesvesesi, fısıldamaları ile onu hizmetin dışına itme ve alacağı manevi hazzı engelleme girişimleri mevcuttur. Bu herkesin yaşayacağı ibret dolu bir gerçektir. Zira şeytanın Allah’u Teala’ya:“…ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." [879] demesi işte bu gerçeğin yaşanacağının hakikatidir. Bu hakikati herkesin bilmesine,onun fitne ve desiselerine düşülmesine rağmen,Allah dostlarının bu oyunlara düşmemesi, mürşid-i kamile ihtiyacın ne kadar elzem olduğunu göstermektedir.

 

HİZMET KARDEŞLİĞİ

Allah yolunda edebe uygun hizmet eden her meşrebi ve hizmet grubunu kardeş bilmeli ve onları sevmeli ve hayırla anmalıdır.

Üstad Bediuzzaman Said-i Nursi(rah.)’ın “Mektubat” isimli eserinden, ehl-i imanın birbiriyle kardeşlik ve muhabbetini işleyen yirmi ikinci mektubunun dördüncü vecihin de,

“Bir mümine kin ve düşmanlık beslemek, belli belirsiz bir suçundan dolayı onu mahkum etmek hayat-ı şahsiye nazarında dahi zulümdür. Şu dördüncü vechin esası olarak bir kaç düsturu dinle:

Birincisi: Eğer içinde bulunduğun mesleğin (meşrebin) ve sahip olduğun fikirlerin hak ise, bu durumda: “Mesleğim (meşrebim) haktır veya daha güzeldir” demeye hakkın var. Fakat, hak yalnız benim mesleğimdir (başkasında hak ve hayır yoktur), demeye hakkın yoktur.” [880]

Üstad (rah.) burada, ehl-i sünnet vel cemaat çizgisinde iman ve amel eden bütün mezhep ve tarikât mensuplarına mühim bir esası, vazgeçilmez bir edebi öğretiyor. İnsan, tabiatına ve fikrine uygun bir meşrepte seyr u süluk edebilir, etmelidir. İlmini iyi bildiği bir hak mezhepte amel ve ibadet edebilir, etmelidir. Bağlı bulunduğu mezhebi ve meşrebi, kendisi için en güzel, fıtratı için en uygun, ıslah ve Allah’a yaklaşmasına en münasip bulmalı ve bilmelidir. İmam Şarani’nin (k.s) belirttiği gibi bir mürit, manevî nasibinin önündeki mürşidinin vasıtasıyla kendisine ulaştığını ve Allah tarafından bu işle onun görevlendirildiğini düşünmelidir. Bu anlayışla, dünya kamil mürşitle dolu olsa o, önündeki mürşidi kendisi için tekden bilmeli ve ona bütün kalbiyle yönelmelidir. Çünkü, manevi ilacı ve rızkı o kapıdadır. [881]

Bugün Müslümanların içine düştükleri hastalıkların başında cemaat şuurundan mahrumiyet gelmektedir. Şu bir gerçektir ki, kamil bir mürşidin nezaretinde nefsini güzel bir terbiyeye tabi tutmayan ve takva üzere kurulmuş bir cemaat disiplinine girmeyen kimse kamil bir mü’min olamaz. Bu kimsenin ibadeti tatsız olur, hizmetleri sonuç vermez. Hiç bir Müslüman, din işlerini kendi başına çözemez. Bu yol rehbersiz gidilmez. Hak yolunun ehli var, alimi var. Önümüzde Allah’ın halifesi, Hz. Peygamber’in varisleri var. Çevremizde yükümüzü paylaşacağımız bir çok mü’min kardeşimiz var. O halde, niçin nefsimiz ve şeytan ile baş başa kalalım. Ben kendi işimi kendim görürüm, dinimi tek başıma yaşarım demek, kimsenin işini görmez, derdini dindirmez. Bu tür davranışlar ancak, keyfine köle olmuş nefsin ve maddeyi hayat hedefi yapan dünya ehlinin tercihi olabilir.

Unutulmamalıdır ki,Her insan meşrebine ve yaratılışına uygun hareket eder. Bu ilahi bir kanundur. Hak yoldaki mezhep ve meşreplerin varlığı birer rahmettir, ümmet için genişliktir.

Hak yolcusu kör bir taassuba düşüp, muhabbet adına diğer mürşitleri, salihleri ve hak yolcularını inkar etmemeli, basit görmemelidir. Böyle bir haksızlığı din, akıl ve vicdan kabul etmez.

Hanefi mezhebi üzere amel ve ibadet eden bir Müslüman, mezhebinin fetvalarının en isabetli olduğunu söyleyebilir. Ancak, diğer hak mezheplerin de isabetli ve hak üzere olduğunu bilmelidir. Diğer mezheptekiler de bu anlayış üzere bulunmalıdır.

Nakşibendî meşrebine göre seyr u süluk yapan ve kalbini ıslaha çalışan bir mürit, bu yolun ve önündeki mürşidinin kendi hastalığı için en güzel bir ilaç olduğunu, ancak diğer hak tarikatların da güzel olduğunu bilmelidir.

Bir Kâdirî meşrep mürit de, yolunun kendi adına en güzel, mürşidinin en kamil olduğunu, ancak diğer tarik ve meşreplerin de hak ve güzel olduğunu bilmeli ve söylemelidir. Diğerleri de böyle...

Bilinmelidir ki, İslam dairesindeki cemaatlerin, cemiyetlerin, mezhep ve meşreplerin farklı bir çok usul ve prensipleri varsa da, hedefleri tektir. Bu hedef, Cenab-ı Hakk’ın rızası, hakkın üstün ve ayakta tutulması, hayrın yayılması, yani, ilahî ahlakın yaşanmasıdır. Bu işe kısaca takva denir. Bu yol ve hedefte olanlar, sonuçta Yüce Allah’ın rızasına ulaşır. Niyetleri Allah rızası olmayanlar, ne yapsalar zarardadır.

Üstad Bediuzzaman Said-i Nursi(rah.)yirmi ikinci mektubunun beşinci vecihinde de;

İnatlaşmak ve taraf tutmak içtimai hayat için zararlıdır. Burada şöyle söylenebilir:

1-Hadis-i şerifte:“Ümmetimin ihtilafı(aynı konudaki değişik görüşleri)rahmettir,” [882] buyurulmuştur.

Bu hadis ihtilafı övüyor. İhtilaf ise, bir taraf olmayı gerektiriyor.

2-Hem taraf tutmak, zulme uğrayan avam halkı, zalim kimselerin şerrinden kurtarıyor.

3-Bir de fikirlerin çarpışmasından ve akılların farklı görüşlerinden hakikat ortaya çıkar. Şu halde taraf olmada ve muhalefette fayda vardır. Biz bu görüşlere şu cevabı veririz:

Birinci söz için deriz ki: Hadisteki ihtilaf, müspet yani olumlu ve zararsız ihtilaftır. Müspet ihtilaf şudur: Farklı görüş sahiplerinin her biri kendi mesleğinin, mezhep ve meşrebinin ıslahına ve yükselip yayılmasına çalışır. Başkasının tahribi ile uğraşmaz. Ama olumsuz ve zararlı ihtilaf ise, kötü bir garaz ve düşmanlıkla birbirinin tahribine çalışmaktır. Bu durum hadis-i şerifte kötülenmiştir. Çünkü; birbiriyle boğuşanlar, doğru ve hak üzere hareket edemezler.

İkinci söz için deriz ki: Tarafgirlik eğer Hak namına olursa, haklılara sığınak olabilir. Fakat şimdiki gibi kötü bir gaye ile, nefis hesabına olan tarafgirlik, haksızlara sığınak olmuştur. Çünkü; kötü niyetle taraf tutan bir adama şeytan gelse, onun fikrine yardım edip taraftarlık gösterse, bu adam o şeytana rahmet okur. Eğer karşı tarafa melek gibi bir adam gelse, ona lanet okuyacak derecede bir haksızlık gösterir.

Üçüncü söz için deriz ki: Hak namına, hakikat hesabına olan fikirlerin çarpışması rahmet olur. Çünkü bu fikirler maksatta ve esasta birdirler, sadece vesilelerde farklılık arz ederler. Fakat, taraf tutarak ve bozuk bir gaye ile firavunlaşmış nefs-i emmare hesabına benlik ve şöhret için çatışan fikirlerden hakikat şimşekleri değil, belki fitne ateşleri çıkar. Böyle bir tavır Hak namına olmadığı için, sonuç ifrata varır, onulmaz, durdurulmaz ayrılıklara yol açar. Günümüz insanının hâli buna şahittir.

Elhasıl; sevgi Allah adına, buğz Allah için ve hüküm Allah’a ait kılınarak hareket edilmezse, nifak ve ayrılık her yanı sarar. Evet, Allah için buğzetmeyen ve hükmü Allah’a havale etmeyen kimse adalet etmek isterken zulmeder.” [883]

 

 


[848]-Al-i İmran suresi ayet-102-103

[849]-Fahreddin Er-Razi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb,VI,514

[850]-Taberânî,el-Vasît,VII,17.(6023);İbnu Ebi’d-Dünya,K. Kazâi’l-Hâce,No:37;Suyuti,es-Sağîr,Had.No: 4044

[851]-Al-i İmran suresi ayet-102-103

[852]-Tevbe suresi ayet-119

[853]-Zuhruf suresi ayet-67

[854]-Al-i İmran suresi ayet-105

[855]-Saf suresi ayet-4

[856]-Tirmizi, Fiten, 7; Ahmed Müsned, I, 18; Hakim, Müstedrek, I, 114; İbnu’l-Cevzî, Telbisu İblis, 7

[857]-Teberî, Camiu’l-Beyan, IV, 32

[858]-Tirmizi,Fiten,7;Aynı konuda rivayet için bkz:Taberani,el-Mu’cemu’l-Kebir,XII,342,(Had:13623);XVII, 239

[859]-Elmalı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili,II,405-406

[860]-el-Mekki,Kutu’l-Kulub,IV,398

[861]-Saf suresi ayet-4

[862]-Buhari,Salât,88,Mezâlim,5;Müslim,Birr,65;Tirmizî,Birr,18;Nesâî,Zekât,67

[863]-Maide suresi ayet-2

[864]-Haşr suresi ayet-9

[865]-Müslim,İmân,93;İbn Mace,Mukaddime,9;Hanbel,el-Müsned,I,167,II,477;Hatib,Târîhu Bağdat,IV,58

[866]-Aclûnî,Keşfu'l-Hafa,472

[867]-Al-i İmran suresi ayet-103

[868]-Ahmed,Müsned,IV,287-375 Suyuti,Camiu’s-Sağir,III,279,Hadîs No:3398

[869]-Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri,II,1018.

[870]-Nesai,bab:6; Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri,II,334

[871]-İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an,IV,311

[872]-Tabaranî, el-Mu’cemü’l-Vasît, No: 6023; İbnu Ebi’d-Dünya, Kitabu Kazai’l-Hâce, Had. No: 37

[873]-Hadisin tamamı şöyledir: “İman yetmiş küsür kısımdır. En faziletli kısmı “lâ ilâhe illallah”, en alt derecesi yoldaki bir eziyeti kaldırmaktır. Haya da imandan bir şu’bedir.”Buhari.İman,3;Müslim,İman, 57-58;Ebu Davud,Sünnet,14;Nesai,İman,16;İbnu Mace,Mukaddime,9;Ahmed,Müsned,II,414,442

[874]-Beyhaki, Şuabu’l-İman,VI,66,(No:7512). Bk:Taberanî, el-Mu’cemu’l-Kebir, XVII, 144 (No: 363-367)

[875]-Ahmed,Müsned,V,180;Ebu Davud,Sünnet,27,(No:3758);Hakim,Müstedrek,I,117

[876]-Ahmed,Müsned,V,180;Ebu Davud,Sünnet,27,(No:3758);Hâkim,Müstedrek,I,117

[877]-Tirmizi,Fiten,7

[878]-Heyet,İslam Alimleri Ansiklopedisi,III,123-124

[879]-A’raf suresi ayet-17

[880]-Said Nursî, Mektubat,22.Mektup.1,Mebhas,471

[881]-Şaranî, el-Envâru’l-Kudsiyye,II,95.313

[882]-Suyuti, el-Camiu’s-Sağır, No: 288; Ali el- Muttakî, Kenzu’l-Umal, No: 28686

[883]-Said Nursî, Mektubat,22.Mektup.1,Mebhas,472

Bu yazı 8625 defa okunmuştur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit

Tasavvuf

Tasavvuf İlminin Ortaya Çıkışı

Tasavvuf İlminin Ortaya Çıkışı Saadet Devri'nin en belirgin vasıflarının başında zühd, takva, tefekkür ve marifetullaha dayalı hayat tarzı gel...

TASAVVUFU KABUL ETMEYEN VEHHABİLERİN KENDİ ŞEYHLERİNİN TASAVVUFU VE SUFİLİĞİ KABUL ETMESİ !!!

TASAVVUFU KABUL ETMEYEN VEHHABİLERİN KENDİ ŞEYHLERİNİN TASAVVUFU VE SUFİLİĞİ KABUL ETMESİ !!! TASAVVUFU KABUL ETMEYEN VEHHABİLERİN KENDİ ŞEYHLERİNİN TASAVVUFU VE SUFİLİĞİ KABUL ETMESİ !!!

SÖZLÜK

Söz ve Resim
Adem suretinde olan herkes adem değildir…

Hacı Bektaşı Veli

BAZI LİNKLER

(c) 2016 www.husamiler.org / Mersin
RSS Kaynağı | Yazar Girişi | Yazarlık Başvurusu

Alt Yapy: MyDesign - Dizayn ve Hosting: Ri-Mer Bili?im