Kadiri Hüsamiler Web Sitesi..
ANASAYFA SİTEDE ARA FOTO GALERİ VİDEOLAR ANKETLER SİTENE EKLE SORU SORUN? İLETİŞİM

CANLI YAYIN İZLEYİN...

 
 

ANKET

Yeni web sitemizi nasıl buldunuz?





Tüm Anketler

SİTEDE ARA


Gelişmiş Arama

SİTEMİZE ZİYARETLER!

 
Bugün Tekil78 
Bugün Çoğul180 
Toplam Tekil 387876 
Toplam Çoğul473161 
Ip 185.50.70.3
Neden Bir Rehbere İhtiyaç Vardır?

Neden Bir Rehbere İhtiyaç Vardır?

Tarih 14 Eylül 2012, 16:15 Editör ihsan Kaya

Bir mürşidi kamil rabbani alime neden ihtiyaç vardır?

Hiç şüphesiz ilim büyük bir nimettir. Allah-u Teâlâ: "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (Zümer, 39/9) buyurmak suretiyle âlimin değerine işaret etmektedir. Ancak şurası muhakkak ki, ilim; îman ve salih amelle bir kıymet ifade eder.

Bir hadis-i şerifte: "İnsanlar helâk oldu âlimler kurtuldu. Âlimler de helâk oldu (ilmiyle) amel edenler kurtuldu. Amel edenler de helâk oldu ihlâsla amel edenler kurtuldu" (1) buyrulmaktadır. Dolayısıyla salih amel olmadan ilmin de bir faydası yoktur. Zira insan kalbindeki îmânıyla mümindir, kafasındaki malumat yığınlarıyla değil. Amelle desteklenmeyen bir ilimde ne yakîn nurundan ne de marifetten söz etmek mümkündür. Yakîn ve marifet olmadan şeytanın, hususan nefsin, karıncanın ayak şamatasından daha gizli olan hîlelerinden nasıl korunabilir?

Üzülerek belirtmek gerekir ki, günümüzde kendi başına rehbersiz yetişen marifet ehli bir âlim bulmak, samanlıkta iğne bulmaktan daha zordur. Hatta sadece kibirden arınmış âlimler bile azdır. Bilakis ilimden gelen enaniyet ve benlik, âlimlerin çoğunu istilâ etmiştir. Gazzalî'nin belirttiği gibi, bunların çoğu kendini herkesten fazla Allah'a yakın kabul eder. Başkaları hakkında daha endişeli olur. Muhatabı haklı bir söz söylese ona galebe etmek için ne kadar çürük delil varsa hepsine sarılır. Hâlbuki bu hal kâfir ve münafıkların vasfıdır. Nitekim Allahu Teâlâ:

"İnkâr edenler: "Bu Kuranı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın, belki galip gelirsi­niz." (Fussılet, 26) buyurmuştur. Böyleleri takvâ sahibi salih zatlara zerre kadar değer vermez. Onları cahil cühela takımı olarak görür. Esasen kendisinden başka kimseyi beğenmez. Halkı adam yerine bile koymaz. Birisi kendisine hizmet veya hürmette kusur etti mi ona şiddetle kızar. İş vaaz vermeye gelince ateşli konuşmalar yapar, halkı galeyana getirir. Fakat çoğu kere kendi kalbinde bir yumuşama olmaz. Gözünden kolay kolay yaş dökülmez. Ölümden nefret eder. Çünkü dünya sevgisi bütün benliğini sarmıştır. Bol bol Kur'an okur fakat boğazından aşağıya inmez. Gönlünde bir haşyet meydana gelmez. Farz ibadetlere bile gevşek davranır. Bu haliyle ilim sahibi bir kişi, adam yerine koymadığı dindar fakat ilimsiz halkın seviyesinden bile kat kat aşağı yuvarlanmıştır.

Şayet kibri ve şöhret arzusu had safhada ise, aykırı fikirler ileri sürmek, haramı helâl, helâli haram göstermek suretiyle dikkatleri üzerine çeker. Böylece sivrilmeye, meşhur olmaya çalışır. Bu son durum hayvaniyetten de aşağı tam bir şeytaniyet ahlâkıdır. Rabbimizden bizleri dalaletten hidayete sevk etmesini ruh u canımızla talep ederiz.

Âlim de olsa, rehbersiz yola gitmenin sonuçları işte bu noktalara kadar ilerleyebilir. Onun için Cenab-ı Hak (c.c.):

"Bana yönelen kimsenin yoluna uy; sonunda dönüşünüz banadır." (Lokman, 31/15) buyurmak suretiyle âlim, cahil ayrımı yapmadan herkesi dostlarının yoluna davet etmektedir. Çünkü bütün bu hastalıkların ilacı kâmil rehberin elindedir. Kibrini kırmak suretiyle öldürücü hastalığa yakalandığını kabul edip onların önüne diz çöken âlim ve dindar zatlar, o ilaç ile şifa bulabilirler. Yeter ki, kendisini mânen ameliyat edecek doktora teslim olsun ve onun işine karışmasın.

İster âlim, ister cahil, ister dindar ve isterse sofi olsun herkes dînî hayatın neresinde olduğunu şu iki soruyla tespit edebilir.

Birincisi: Ölüm düşüncesi kendisine sevimli mi geliyor ürkütücü mü? Sevimli geliyorsa işler iyi gidiyor demektir. Çünkü Allah'a kavuşma arzusu dünya, evlat, mal, mülk arzusunun üzerine çıkmış demektir. Fakat henüz yeteri kadar salih amel işleyemediği için değil de, dünyadan ayrılmak zor geliyorsa vaziyet iç açıcı değildir.

İkincisi: Allah u Teâlâ zikredildiği zaman içlerinde tarifi mümkün olmayan bir muhabbet, bir coşkunluk veya ürperme meydana geliyor mu? Şayet geliyorsa yine işler iyiye gidiyor demektir. Cenab-ı Hak (c.c.):

"Gerçek müminler ancak o müminlerdir ki, Allah zikredildiği zaman yürekleri ürperir, âyetleri okunduğu zaman imanlarını arttırır." (Enfal, 8/2) buyurmaktadır. Eğer kalpte muhabbetten eser yoksa Allah u Teâlâ'nın da ona karşı muhabbeti olmayabilir. Zira şu âyet-i kerîmede buna işaret vardır:

"O halde beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin de nankörlük etmeyin." (Bakara, 2/152)

Evet… inanan herkes Allah'ı sevdiğini söyler. Fakat hakîkî sevgiye muvaffak olanlar azdır. İşte bu muhabbetin ilacı da yine Allah âşığı olan rehberlerin elindedir. Gönül kovasını çağlayanlar hâlinde akıp giden feyiz pınarının altına tutan, Hak dostunun edna bir nazarını kendi kırık dökük amellerine tercih eden, billur gibi aynalardan süzülüp gelen güneş ışığına sırtını değil de kalbini çeviren her mümin, aradığı muhabbete erişebilir. Böylece dünyâ ve ukbâ saadetine erip Rabbinin rızasına kavuşabilir. Cenab-ı Mevlâ bizleri de onlardan eylesin.

(Semerkand Dergisi - Dr. Mustafa Bahadıroğlu)

Bu yazı 14533 defa okunmuştur.

Delicious  Facebook  FriendFeed  Twitter  Google  StubmleUpon  Digg  Netvibes  Reddit

Tasavvuf

Tasavvuf İlminin Ortaya Çıkışı

Tasavvuf İlminin Ortaya Çıkışı Saadet Devri'nin en belirgin vasıflarının başında zühd, takva, tefekkür ve marifetullaha dayalı hayat tarzı gel...

TASAVVUFU KABUL ETMEYEN VEHHABİLERİN KENDİ ŞEYHLERİNİN TASAVVUFU VE SUFİLİĞİ KABUL ETMESİ !!!

TASAVVUFU KABUL ETMEYEN VEHHABİLERİN KENDİ ŞEYHLERİNİN TASAVVUFU VE SUFİLİĞİ KABUL ETMESİ !!! TASAVVUFU KABUL ETMEYEN VEHHABİLERİN KENDİ ŞEYHLERİNİN TASAVVUFU VE SUFİLİĞİ KABUL ETMESİ !!!

SÖZLÜK

Söz ve Resim
RİYA, HASET, GURUR, KİBİR GİBİ HASTALIKLAR AMELİ YAKAR.

GAVS-I SANİ HZ.

BAZI LİNKLER

(c) 2016 www.husamiler.org / Mersin
RSS Kaynağı | Yazar Girişi | Yazarlık Başvurusu

Alt Yapy: MyDesign - Dizayn ve Hosting: Ri-Mer Bili?im