| ||||||||||||||||||||
| ||||||||||||||||||||
GALERYSİTEDE ARASON YORUMLANANLARSİTEMİZE ZİYARETLER!
|
En Büyük Keramet İstikamettir27 Mayys 2014, 10:57 ihsan Kaya S. Mübarek Erol'un "En Büyük Keramet İstikamettir" başlıklı güzel bir yazısı.. İnsanoğlunun fıtratında mevcut bir ihtiyaç olan hakkı ve hakikati arayış, ilâhi murada ve programa göre yönlendirilmezse, bâtıl olanı tercih etmesi tabii bir sonuç olur. O halde insanın kendisini yoktan var ederek bu aleme gönderenin muradını bilmesi, bulması ve yaşaması şarttır. Bu ilâhi program, insanın hem iç hem de dış alemini teminat altına alan ilâhi bir düzenlemedir. Hiç şüphesiz ki bu düzenlemenin dayanağı da mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim ve Hz. Rasulullah s.a.v.’in sünnet-i seniyyesidir . İnsanoğlu en başından kıyamete değin iki yoldan birini tercih etme durumundadır. Bu yollardan biri Hak, diğeri ise Bâtıl’dır . Hak yolda dilediğince ve başıboş olmak değil, nefse hakimiyet söz konusudur. Terbiye ve tezkiye vardır. Hak yol Sırat-ı Müstakim’dir . Sapasağlam, dosdoğru yol. Bu yolun yolcuları hidayetle nimetlendikten sonra doğru yola girme ve yolda bulunma niyetlerini sürekli tazelerler. “Bizi doğru yola ilet” (Fatiha, 5) diye dua ederler. Her namazın her rekâtında okudukları bu dua ayetinde Cenab-ı Hakk’ın müstakim yolu övdüğünün ve tavsiye ettiğinin farkındadırlar. Yine bu mübarek surenin takip eden ayetlerinde yolun mahiyeti hatırlanır: “Nimet verdiğin kimselerin yoluna (ilet); gazab edilmiş olanların ve sapmışların yoluna değil.” (Fatiha, 6-7) İşte ebedi saadeti kazanmak için bulunması ve bilinmesi gereken yol budur. Rabbimiz, Hûd Suresi’nin 111. ayet-i celilesinde herkesin yaptıklarının karşılığını tam olarak vereceğini, yapılan her şeyden haberdar olduğunu belirttikten sonra, 112. ayette Efendimiz s.a.v.’e hitaben buyurur ki: “O halde sen beraberindeki tevbe edenlerle beraber emrolunduğun şekilde dosdoğru ol. Aşırı gitmeyin. Çünü O, her ne yaparsanız görendir.” İstikamet, müstakim olmak, doğru dürüst davranmak, istenilen, murad edilen şekilde hareket etmektir. Bu da Allah’ın vahdaniyet ve rububiyetini tasdik ve ikrar edip, şirke rücu etmeksizin o ikrarda sabit olarak bu imanın gerektirdiği şekilde yaşamaktır. Bu yol ifrattan ve tefritten uzaktır. Yolcusunu itidal üzere muhafaza eder. İstikamet, genel manasıyla bir hedefe tereddütsüz, tezatsız ve devamlı olarak yönelip ilerlemek demektir. İbn -i Abbas r.a. Hûd Suresindeki zikrettiğimiz ayet-i celile hakkında şöyle demiştir: “Bütün Kur’an içinde Rasulullah’a bu ayetten daha şiddetli ve daha zor bir ayet nazil olmamıştır. Bunun içindir ki Rasulullah s.a.v. ‘ Hûd Suresi beni ihtiyarlattı’ buyurmuştur.” O halde Sırat-ı Müstakim üzere bulunmak zoru tercih etmek, nice manevi ve zahiri sıkıntıları göze almak demektir. Hele de bu devirde… Fakat nimet külfete tabidir ve o nimet Cenab -ı Hakk’ın rızası ve cennetidir. . . . Hikmet ehli zatlar istikameti anlatırken şöyle demişlerdir: “Bir kişi istikamet sahibi oldu mu dağ gibi müstakim olmalıdır. Çünkü dağın dört önemli özelliği vardır: Sıcaktan erimez, soğuktan donmaz, rüzgardan devrilmez, sele kapılıp gitmez.” İşte istikamet üzere dağ gibi sabit olanları Rabbimiz şu şekilde müjdelemiştir. “Haberiniz olsun ki, Rabbimiz Allah deyip de sonra istikamet üzere doğru gidenler yok mu? Onların üzerine melekler iner, korkmayın, mahzun olmayın, vaadolunup durduğunuz Cennet ile neşelenin. Bizler sizin hem dünya hayatında, hem ahirette dostlarınızız. Ve size orada, mağfiret ve rahmetine nihayet olmayan Allah’tan bir konukluk ikramiye olarak nefislerinizin hoşlanacağı şeyler ve her ne isterseniz o var.” (Fussilet, 30-32 ) Bu ayet-i kerimede geçen “sonra istikamet üzere oldular” ifadesinin manasına dair Hz. Ebubekir r.a. şöyle buyurmuştur: “Sözlerinde müstakim oldukları gibi işlerinde de müstakim oldular. Putlara tapmaya bir daha dönmediler.” Ashab-ı Kiram’dan biri Habib-i Kibriya s.a.v.’e gelerek: “Ya Rasulallah , bana tutunacağım bir iş söyle.” dedi. Habib-i Kibriya s.a.v. buyurdu ki: “Rabbim Allah’tır de, sonra müstakim ol.” Bunun üzerine sahabi sordu: “Benim hakkımda en korkacağın nedir?” Habib-i Hüda s.a.v. kendi dilini tutarak: “İşte budur!” buyurdu. Kur’an -ı Kerim’de bir diğer ayet-i celilede , Rabbimiz Allah deyip, sonra da dosdoğru yaşayanlara hiç bir korkunun olmadığı, onların mahzun da olmayacakları bildirilmiştir. Onlar sahih iman ile salih ameli hayatlarında meczetmiş kutlu kimselerdir. . . . İstikametin tasavvufî boyutu, yaradılıştaki masumiyet ve safiyeti tahrip etmeden, hasara uğratmadan muhafaza edebilmektir. Kalbî hayatın korunması neticesinde nefs edebe, kalp ise ruhaniyet ve Ahlâk-ı Muhammediye’ye yaklaşır. O zaman sırlar ayan olmaya başlar. Rabbül Alemin gayelerin gayesi haline gelir. Mâsivâ gücünü kaybeder. Kul, Hakk’a ulaşma keyfiyetini gerçekleştirmeye medar olacak bir muhtevaya bürünür, dahil olur. Böyle bir mükemmelliğinin en müşahhas örneği Fahr -i Kainat s.a.v. Efendimiz olduğu halde, bu keyfiyeti gerçekleştirmenin güçlüğünü belirtmek üzere O’na dahi, “Emredildiğin gibi dosdoğru ol” ilahî hitabı varid olmuştur. Nitekim ayet-i celileden bu keyfiyetin güçlüğüne işaret manası çıkaran Fahr -i Alem s.a.v ., yüce bir mesuliyetin ilahî ağırlığı karşısında “ Hûd Suresi beni ihtiyarlattı” buyurmuştur. “Seni oradaki peygamber kıssaları mı ihtiyarlattı?” diye sorulunca, “hayır” buyurdular; “ emrolunduğun gibi dosdoğru ol ayeti ihtiyarlattı”. Gerçekten de o zamana değin simsiyah olan mübarek saç ve sakallarında, bu ayetin vahyinden sonra beyazlıklar görülmeye başlandı. Müfessirler bu ayet-i celileyi şöyle tefsir ederler: “Ey Nebi! Kur’an ahkâmı ve ahlâkı mucibince hareket ederek, bilfiil müşahhas bir istikamet örneği olman gerekmektedir ki, böylece hakkında hiçbir şüpheye ve tereddüte yer kalmasın. Sen müşrik ve münafıkların laflarına bakma. Onları Allah’a havale et. Gerek umumi ve gerekse hususi vazifelerinde tam emrolunduğun gibi hakkıyla istikamette ol. Sırat-ı Müstakim’den ayrılma. Sana vahyolunan emrin ifası ne kadar ağır olursa olsun, o emrin tebliğ, icra ve tatbikinde hiçbir engelden yılma. Rabbin senin yardımcındır.” Ayet-i celiledeki bu hitap, Fahr-i Alem s.a.v.’in şahsında Ümmet-i Muhammed’i de kapsar. Esasen O’nu ihtiyarlatan sebep, bu emrin müminlere yönelik olması dolayısıyla onlar hakkındaki endişeleridir. Zira O, “(Ey Habibim sen) sırat-ı müstakim üzeresin.” (Yâsin, 4) beyanıyla müeyyeddir. Şu halde Hakk’a vasıl olmak için istikametten başka yol olmadığı gibi, her hususta istikameti muhafaza etmek kadar yüksek bir makam ve onun yerine getirilmesi kadar zor hiçbir emir yoktur. İşte bu zorluk dolayısıyladır ki, her gün defalarca okuduğumuz Fatiha Suresi’nde dua-niyaz ve dolayısıyla bir ikaz müslümanlara sunulmuştur. İstikamet talebinin ilk sure olan Fatiha Suresi’nde yer alması ve günde en az kırk defa niyaz yoluyla tekrarlatıIması hususunu tefekkür etmek gerekir. Sırat-ı müstakim, Cenab -ı Mevlâ’nın kendilerine nimet verdiği has kulların yoludur. Bu kullar öncelikle peygamberler, sonra sıddîklar , şehitler ve salihlerdir . İstikamet ehli de onların izinden gidenlerdir. Sırat-ı Müstakim’de bulunmak Rabbülalemin’e hakkıyla kulluk yapmaktır. Kul, Allah’a muhabbetini başka her şeye ait muhabbet ve bağlılığın üstüne çıkarmadıkça Sırat-ı Müstakim’e layıkıyla ulaşamaz. Bunun için de marifetullah şarttır. Sırat-ı Müstakim marifetullahtır . Zira marifetullaha ererek hayatını bütünüyle bu icaba göre tanzim edenler, nefsinin şerrinden, şeytanın hilelerinden uzaklaşır ve yalnız Hakk’ın rızasını talep halinde yaşar. Kalbi ilahî tecellilere mazhar olur. Bu duruma gelen bir kul, artık gözün gördüğü, kulağın işittiği zahiri alemin ötesine manevi bir pencere açmış ve bütün kainat da kendisine hikmetli ve azametli bir kitap haline gelmiş olur. Sırat-ı Müstakim, ibadette ifrat ve tefrite düşmeden itidali muhafaza ile hak yolda sebat etmektir. Emrolunanı emrolunduğu gibi yapmaktır. Nitekim cimrilik gibi israf etmek de yerilmiştir. Ashab -ı Kiram’ın bir kısmı, her şeyi terkedip gece gündüz ibadet halinde, zürriyetsiz bir halde yaşamak için Fahr-i Cihan s.a.v.’e müracaat ettiler. Fakat O onlara itidali, yani Sırat-ı Müstakim’i emretti. İnsanoğlunun doğruyu ve istikameti tesbit için iç dünyasını daimi surette murakabe altında tutması gerekmektedir. Halinde istikamet olmayan salikin, talibin gayreti boşunadır. O yolda harcadığı gayretler kendisine fayda sağlamaz. Zira Hak yolunda istikamet en büyük keramet olarak bildirilmiştir. Rabbimiz’in tevfik ve inayeti ile… Seyyid Mübarek Erol / Semerkand Dergisi Bu yazı 7140 defa okunmuştur.
|
DİVAN-I AHMEDDivan-ı Ahmedi Okumak İçin Tıklayınız.. YÜKSEK LİSANS TEZİTASAVVUF KÖŞESİ
BAZI LİNKLER |
||||||||||||||||||
(c) 2016 www.husamiler.org / Mersin Alt Yapy: MyDesign - Dizayn ve Hosting: Ri-Mer Bili?im |